8 Ekim 2013 Salı

Bilim adamları ve ünlü isimlerden özlü sözler

Evrende en çok bulunan iki şey vardır: Hidrojen ve Aptallık.
Harlan Ellison
 
Hayatta başarılı olmak için akılsız görünmeli, ama akıllı olmalıyız.
Montesquiue
 
Basit bir insanın elinden geleni yapabilmesi, zeki bir insanın tembelliğinden çok daha değerlidir.
Baltasar Bracias
 
Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır.
Publius Cyrus


Savaş kimin haklı olduğunu değil kimin geriye kalacağını belirler.
Bertrand Russell
 
Üç tür yalan vardır: yalan, kahrolası yalan ve istatistik.
Benjamin Disraeli
 
Yalanlamak ve reddetmek için okuma.
Francis Bacon
 
Hayat, sadece kazanan numaraların göründüğü büyük bir piyangodur.
Sofi’nin Dünyasi’ndan
 
Yaşamak için bir “neden”i olan, her türlü “nasıl”a dayanabilir.
Friedrich Nietzsche
 
Başarı, genelde onu sürekli aramakla meşgul olanlara gelir.
Henry David Thoreau
 
Kavramak için görmek, görmek için de dikkatle bakmak gerek.
Pitigrilli
 
İnsanların en çok inandıkları şeyler, en az anladıklarıdır.
Montaigne
 
Gerçeklerden kaçınmak için sanata ihtiyacımız var.
Friedrich Nietzsche(1844-1900)
 
Bir kimsenin akıllı olduğu cevaplarından, bilge olduğu da sorularından anlaşılır.
Necip Mahfuz


Hakiki arkadaşlık sıhhatten farksızdır, kıymeti ancak elden gittikten sonra anlaşılır.
Golti
 
Problemlerin değeri, çözülmeye çalışıldığında verdikleri zorluktan anlaşılır.
Paul Erdos (1913-1996)
 
Bilgin olan konuşur ama alim olan dinler.
Jimi Hendrix
 
Herşey mümkün olduğu kadar basit yapılmalı; ama daha basit değil.
Albert Einstein
 
Aptal biri ile tartışırken, onun da aynı şeyi yapmadığından emin ol.
Ahmet Haşim
 
Birşey yaratmada tek ve en zor kısım başlangıçtır; zira bir çim biçme bıçağının yapımı bir meşe ağacı yapımı kadar zordur.
James Russell Lowell
 
Ugraşılmaya değer problemler, değerlerini geri teperek ispatlarlar.
Piet Hein
 
Bilgi düzenlendiğinde bilimi oluşturur, hayat ise bilgeliği.
Immanuel Kant (1724-1804)
 
Evrende en çok bulunan iki şey vardır: Hidrojen ve Aptallık.
Harlan Ellison
 
Hayatta başarılı olmak için akılsız görünmeli, ama akıllı olmalıyız.
Montesquiue
 
Basit bir insanın elinden geleni yapabilmesi, zeki bir insanın tembelliğinden çok daha değerlidir.
Baltasar Bracias



Bilim adamları ve ünlü isimlerden özlü sözler> Bilimsel Gerçekler

Bilim Kurgunun hayatımızdaki yeri

Bilim kurgu aslında kısaca hayal gücü demektir. Şöyle düşünün elinizde varolan teknolojilerle yetinmeyip daha farklı teknolojiler hayal edersiniz, ama bu teknolojiler sadece sizin hayal gücünüzle sınırlı kalır, yada bu hayalinizden bahsettiğiniz bir senarist arkadaşınız var ise bunu bir filme dökebilir, bu sadece bir fikir tabiki bilim kurgu filmlerinin maliyetleri ortada, herkesin harcı değil.


Neyse konumuza dönecek olursak, bilim kurgu aslında bazen geçmişi kurguladığımız, bazen dünya dışı varlıkları, alternatif zaman dilimlerinde gezinebilmeyi filan hayal ettiğimiz oldukça göreceli bir kavramdır.

Geçmişten bugüne yani oldukça uzun zaman önce bilim kurgu olarak bakılan bir çok şey aslında yavaş yavaş hayatımıza gerçeklik olarak girmektedir


Aslında siz bu hayalleri kurduğunuz da bunlar güncel hayatımızda mümkün olmayan şeylerdir, tabi ilerleyen yıllarda nelerin değişeceğini, hangi teknolojilerle tanışacağımızı şimdilik bilmek gibi bir şansımız yok, ama bazende bilim kurgu filmleri bize ipuçları verebilir, örneğin bir filmde gördüğünüz cep telefonunun klavyesi masanın üstüne yansıyorsa ve bu sayede yazı yazabiliyorsak bunun gelecekte gerçekleşme ihtimali oldukça yüksek gibi algılayabiliriz, yada bir kaç yıl sonra yeni çıkan bir cep telefonu modelinde bu özelliği gördüğümüzde şaşırabiliriz de.


Ama bazı abartılar da mümkündür tabiki, örneğin bir filmde işlenen paralel evren yani, varolan kişiliğimizin birebir aynı olan başka bir evrende bizden farklı yeteneklere sahip bir şekilde yaşıyor olması şimdilik mümkün görünmüyor, ama kimbilir klavyesi masasın üstüne yada herhangi bir yere yansıyarak kullanılabilen bir cep telefonu yakında piyasada olur.


Fikirlerinizi beyan etmekten çekinmeyin, düzgün yazılmış her yorum sitemizde yayınlanmaktadır, sağlıcakla kalın .


Makale Yazarı: Uğur TUĞTAN

Bilimsel Gerçekler

Makale Editörü



Bilim Kurgunun hayatımızdaki yeri> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/bilimkurgu.jpg

7 Ekim 2013 Pazartesi

Francis Bacon

(1561-1626) Bilime katkıları gözönüne alındığında bilimin öncülerin kabaca üç grupta toplanabilir. “Kabaca” diyoruz, çünkü bilimadamlarının en azından bir bölümü için böyle bir sınıflama yapay olmaktan ileri geçmez.


(1) Çalışmaları deneysel ağırlıklı olanlar (Faraday, Marie Curie, Rutherford, vb.);


(2) Kuramsal düzeyde devrim niteliğini taşıyan atılımlarıyla tanınanlar (Newton, Darwin, Maxwell, Einstein, vb.);


(3) Çalışmalarında pratik sorunların çözümüne ağırlık verenler (Archimedes, Pasteur, vb.).


Katkısı bu üç tür çalışmadan hiç birine girmeyen, ama bilimsel yöntem anlayışım, bilimin uygar yaşam için önemini, uygulamaya yönelik bilginin güç ve değerini işleyen yapıtları; “kısır” diye nitelediği skolastik düşünce geleneğine karşı yüreklice ortaya koyduğu tepkisiyle bilim tarihine yön çizen bir öncü vardır: Francis Bacon.


Bacon, dar anlamda bir bilimadamı olmaktan çok, kendisine özgü yaklaşımıyla bir bilim yorumcusu, öngördüğü bilgi dünyasını kurma misyonuyla tabuları kırma savaşımı veren bir düşünürdü. İçine doğduğu dünya, çelişkilerle dolu bir dönemden geçmekteydi: bir yanda insanoğlunun yeni keşiflerle bilinmeyene açıldığı, bilgi arayışına girdiği; öte yanda büyü, fal türünden aldatıcı uygulamaların yaygınlık kazandığı, kilise buyruğuna ters düşünenlerin yakıldığı bir dönem!


Rönesansla birlikte sanatta belirginlik kazanan coşkulu atılım, 16. yüzyılda doğayı anlama, olup bitenleri açıklama arayışına dönüşmüştür. Bacon’un bu dönüşümü yorumlama ve yönlendirme tutkusu, aydınlanma çağını henüz yakalayamamış toplumlar için bugün de geçerli bir örnektir. Bacon, İngiliz Kraliyet Sarayı çevresinde, üst-düzey yönetici bir ailenin çocuğu olarak büyümüştü. Amcası dönemin en etkili politikacısıydı.


Daha küçük yaşlarındayken Francis, güzel ve ciddi konuşmalarıyla Kraliçe Elizabeth’in ilgisini çekti. Kraliçe, ziyaretçi ve misafirlerine, saçlarını okşamaktan hoşlandığı bu çocuğu, “Saray’ın Minik Lordu” diye tanıtırdı. Çok yönlü bir eğitimle yetişen delikanlı, 18 yaşına geldiğinde diplomatlar arasına katılmaya, elçilerle birlikte Avrupa başkentlerine gidip gelmeye başladı.


Ne var ki, bu parlak başlangıç uzun sürmedi. Babasının erken ölümü, yarattığı politik skandal nedeniyle ağabeyinin ölüm cezasına çarptırılması, aileyi çökertti. Annesinin geçim sorumluluğunu üstlenen Francis, bir yandan aile borçlarını ödeme uğraşı verirken, bir yandan da kendi geleceğini kurma çabasını elden bırakmıyordu. Başta Kraliçe olmak üzere, hiç kimse yüzüne bakmıyordu artık!


Ama hüsrana dönüşen yaşamında onu ayakta tutan ve yaşam boyu sürecek bir inancı vardı: Uygar geleceğe giden yolda aydın kesime bilimin önemini kavratmak, bilimsel araştırmaya kurumsal bir kimlik kazandırmak! “İlgi alanımda yalnızca bilgi, bilgiye yönelik araştırma vardır,” diyordu Bacon.


Deneyimci (ampirik) felsefenin öncüsü olan Bacon, temelde somut sorunlara ağırlık veren pragmatist bir düşünürdü. İnsanlığın mutlu ve aydınlık geleceğine ilişkin, biraz ütopik ve iyimser bir beklentisi vardı. Ona göre, bu geleceğin başlıca güç kaynağı güvenilir bilgiydi. İlerlemeyi tıkayan tek engel, “idolamentis” dediği yerleşik tabulardı. Öncelikle aklı teolojinin tutsaklığından kurtarmak, kapıları deneysel araştırmalara açmak gerekiyordu. Bacon, militan bir tutum içindeydi; yaşamını, tasımsal argümanlarını laf cambazlığı saydığı skolastik “bilginlerin” yetkisini kırmaya adamıştı.


Bacon’un önerdiği bilim, seçkin kişilerin bireysel etkinliği olmaktan çok, örgün, kurumsal nitelikte bir girişimdi. Bunun için tüm dillerde yazılmış değerli kitapları da içine alan zengin bir kitaplık, geniş botanik ve hayvanat bahçeleri, görkemli bir müze ve her türlü deneye yeterli büyük bir laboratuvar kurulmalıydı. Doğanın gizlerinin çözülmesi ve özlenen uygar dünyanın kurulması, ancak bu kuruluşlardan oluşan kompleks bir bilim merkeziyle gerçekleştirilebilirdi. Bacon, seçkin bilimadamlarını bünyesinde toplayan Kraliyet Bilim Akademisi’ni (The Royal Society) de bu amaçla kurmuştu.


Bacon, bilimin önemini vurgulamakla kalmamış, bilimsel yöntemi açıklama işini de üstlenmişti. Doğayı tanımak, doğa güçlerini denetim altına alma yolunda istenen sonucu verecek yöntemi belirlemek, başlıca amaçlarından biriydi. Ona göre gözlem ve deney, bilimsel araştırmanın asal özellikleriydi. Olgusal verileri toplayarak bunları belli bir düzen içinde işlemek dışında, doğayı tanımanın bir yolu yoktu.


Skolastik yaklaşımda olduğu gibi, doğruluğu sorgulanmaz birtakım peşin ilkelerden tümdengelimle olguları açıklamaya çalışmak kısır bir çabaydı. Doğru olan yöntem, gözlem veya deneyle olguları saptamak, toplanan verilerden indüksiyonla genellemelere gitmek, ulaşılan genellemelerden en kapsamlı olanları aksiyom (öncül ilke) olarak seçmekti. Tümdengelim (dedüksiyon), ancak bu aşamadan sonra yararlı olabilirdi.


Bacon, yöntem anlayışını ilginç bir benzetmeyle ortaya şu şekilde koymuştur: “Bilimadamı ne ağını içinden çekerek ören örümcek gibi, ne de çevreden topladığıyla yetinen karınca gibi davranmalıdır. Bilimadamı topladığını işleyen, düzenleyen bal ansı gibi yapıcı bir etkinlik içinde olmalıdır.”


Bacon’un, olgusal içerikten yoksun dedüktif çıkarımı yararsız saymakta haksız olduğu söylenemez. Gerçekten de Aristoteles’in tasımsal mantık yöntemiyle bilimde bir adım bile ileri gidilemeyeceği bilinmeliydi artık. Ama Bacon’un önerdiği tümevarım yönteminin de yeterli olduğunu söylemek güçtür. Tümevarımla yapılan genellemeler, olguları açıklayıcı değil, betimleyicidir.


Örneğin, tüm bakır tellerin iletken olduğu genellemesi, bakır telin neden iletken olduğunu açıklamamakta, yalnızca gözlemlenen bakır tellerin ortak bir özelliğini belirtmekle kalmaktadır. Betimleyici genellemelerin bilimde önemli yer tuttuğu elbette yadsınamaz. Ancak bilimin, olguları betimlemenin ötesinde daha önemli işlevi, olguları veya olgusal ilişkileri açıklamaktır.


Boyle’un yasasını alalım. Sabit sıcaklıkta, gazların hacimleri ile basınçlarının ters orantılı olduğu genellemesi, gözlemsel bir ilişkiyi dile getirmekle kalmaktadır. Bu ilişki ise ancak daha sonra, “gazların kinetik teorisi” olarak bilinen kuramsal ilkeyle açıklanabilmiştir. Bacon, gözleme dayanan genellemeler gibi açıklayıcı ilkelere de tümevarımla ulaşılabileceği yanılgısı içindeydi.


Oysa, hipotez ya da kuram oluşturmanın bilinen bir yöntemi yoktur. Bu bağlamda, bilimadamının deneyim, sezgi veya yaratıcı hayal gücünden sözedilebilir; ama indüktif, dedüktif ya da başka türden bilinen bir yöntemden kolayca söz edilemez, herhalde.


Bacon’un bilimsel yöntem anlayışındaki bir yetersizlik de, matematiğin bilimdeki işlevini kavrayamamış olmasıdır. İleri sürülen bir hipotez ya da kuramın olgusal olarak yoklanması, öncelikle o hipotez ya da kuramdan “öndeyi” denen test edilebilir önermelerin çıkarımını gerektirir. Bu ise uzun süreçli mantıksal bir işlem olup çoğu kez ancak matematiğin tümdengelim tekniğiyle olasıdır.


Ayrıca matematik, bilim için etkili bir dildir; özellikle fizikteki, yasa ve ilkelerin matematiksel denklemlerle dile getirilmesi, çıkarım işlemlerini kolaylaştırmanın yanısıra bilime daha güvenilir ve açık bir ifade gücü de sağlamaktadır.


Bacon, deneysel bilimin inançlı bir savunucusu, bilimsel yöntem bilincini ön plana çıkaran bir öncüydü. Ne var ki, onun kendi yaşam dönemindeki bilimsel çalışmaları yeterince izlediği söylenemez. Kepler’in ortaya koyduğu doğrulayıcı sonuçlara karşın, Kopernik dizgesini içine sindirememesi, üzerinde durulacak bir noktadır.


Çağdaşı Galile’nin, deneyle matematiği birleştirerek bilimsel yönteme kazandırdığı yeni kimliğin farkına varmamış olması da ilginçtir. Aynı şekilde, modern anatominin öncüsü Vesalius’un çalışmasına gereken ilgiyi göstermediği gibi, kendi hekimi Harvey’in, kan dolaşımına ilişkin buluşlarını da bir bakıma görmezlikten gelmiştir.


Değindiğimiz tüm yetersizliklerine karşın, Bacon’un bilimsel gelişme için gerekli ortamın hazırlanmasında oynadığı büyük rolün önemi tartışılamaz. Unutmamak gerekir ki, Bacon bir bilim adamı olmaktan çok, bilimi bağnazlığın tekelinden kurtarma savaşı veren bir düşünürdü. Bilimin daha sonraki gelişmeleri üzerindeki etkisi, bu gelişmelerin uygar yaşama yönelik kazanımlarına ilişkin öngörüleri gözönüne alınacak olursa, Bacon daima övgüyle anılacaktır.


Bacon, “bilgi kudrettir,” demiştir. Ancak yüzyılımıza gelinceye dek yalnız o değil hiç kimse, bilgelikle birleşmeyen bilginin, aynı zamanda bir yıkım aracı olarak da kullanılabileceğini düşünebilmiş değildir.


Kaynak: bilimadamları.net



Francis Bacon> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/Francis-Bacon.jpg

Zombiler gibi 17 yıl sonra toprak altından çıkıyorlar

Ağustos böceklerinin inanılmaz yaşam serüveni.



Zombiler gibi 17 yıl sonra toprak altından çıkıyorlar> Bilimsel Gerçekler

6 Ekim 2013 Pazar

Eğitimde bilgisayar mı, kitap mı?

Bu yazı bilimsel bir dayanağı olmayan sadece kendi fikirlerimden oluşan bir makaledir.


Şöyle bir düşünceyle yola çıktım; kitapla eğitim yapan bir çocukla bilgisayarda eğitim yapan bir çocuğun eğitiminde ne gibi farklılıklar olabilir?


Kitapla eğitim bir süre sonra çocuğun sıkılmasına sebep olacaktır, çünkü bu zoraki ve belli kalıpların kullanıldığı bir eğitim şeklidir, aynı kitabı okumak başka hiç bir şeyle ilgilenmemek herkesi bir süre sonra sıkacaktır. Bir deneyin herhangi bir konu hakkında elinize bir kitap alıp okumaya çalışın hatta bunu bir ödevmiş gibi anlamaya çalışın sonra da aynı konuyu bilgisayarda bulup tekrar edin,  şahsi fikrim bu sizin için daha kolay anlaşılır ve akılda kalıcı olacaktır, tabi bu çocuklar içinde geçerli.


Bilgisayarla alınan eğitimde, bir konu üzerinde birçok farklı görüş bulunan makale bulunabilir, konu ile ilgili görseller ve videolar izlenebilir, konunun geçtiği alanda yorum veya forum benzeri bir yerse fikir alışverişi yapılabilir gibi can sıkılmasını önleyici bir çok faktör bulunmaktadır, bu yüzden oyum bilgisayarla eğitimden yanadır.



Eğitimde bilgisayar mı, kitap mı?> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/bilgisayar_kitap.jpg

Neden kaygılanırız?

Yetişkinlerin kaygılanma nedenleri çocukluklarından kaynaklı olduğu kabul edilen bilimsel bir gerçektir. Genelde çocukluktaki bu kaygılar anne baba kaynaklıdır, yani yetiştirilme tarzınız yada anne babanızın kaygıları sizde de bir kaygılanma alt yapısı oluşturur.


Örneğin anne babanızın siz çocukken ettiği kavgalar gözünüzün önünde gerçekleştiyse hem kendiniz için hemde onlar için kaygılanırsınız, bu kısır döngü çocukluğunuzda başlamış olur. Bu kaygılarınız çocukluğunuzda aileniz tarafından farkedilmemesi ise ileriki yaşlarda kaygılanma duygunuzun baş düşmanıdır. Çünkü her çocuk sevilmek ister, ailesinin yapmacık tavırları, samimi olmayan sevgi gösterileri çocuğun çok çabuk farkedeceği ve asla kanmayacağı şeylerin başında gelir.


Ailenin nevrotik davranışlarının çocuk üzerindeki kaygılanma etkileri genelde diğer kardeşe gösterilen aşırı sevgi ve buna bağlı olarak dışlanmışlık duygusu bunu dahada desteklemektedir. Toplumumuz da çocukluktan başlayan cinsellikte ki yasaklayıcı tutumlar, çocuğa çaresizlik, korku ve sevgisizlik ile birlikte suçluluk duygularıda aşılar. Kısaca çocukluktan başlayan bu kaygılar aslında yine çocuklukta başlamadan ailelerin bitirebileceği birşeydir. Kaygılanmak aslında çoğu zaman normalde olsa baze aşırı kaygılar insanın hayatını olumsuz yönde etkiler, siz kaygılarınızla devam ederken en azından çocuğunuza bu duyguyu hissetmemesi için kaygılarınızı bir kenara bırakın.


Nedir bunun tedavisi?


Kaygılanmak diğer psikolojik problemler ile karıştırılabileceği için doğru teşhis çok önemlidir. Öncelikle stres ile başa çıkma tekniklerini öğrenmek gerekir.


Sorunun doğru tanımı yapıldıktan sonra doğru düşünce ve davranış kalıplarını oluşturmaya yönelik psikoterapi ve gerekirse ilaç tedavisi yapılır. Ayrıca bilgisayar destekli stres üzerinde özdenetimi geliştirici tedavi de uygulanabilir.


Nasıl baş edilir ?


Hayat tarzını değiştirmek:Şeker, kafein, nikotin, alkol ve her türlü uyuşturucu ve uyarıcının kullanılmaması, yeterli sürede uyumak, düzenli bir yaşam sürmek, sağlıklı beslenmek ve stresten uzak durmak…


Fiziksel egzersiz ve Yoga yapmak: Yoga hem bir fiziksel egzersiz, hem de meditasyondur. Kullanılan solunum tekniklerine bağlı olarak sakinleşme sağlar.


Doğada kendinizle başbaşa kalmakta bazen rahatlanıza ve kaygılarınızdan uzaklaşmanıza sebep olur.kagilanmak



Neden kaygılanırız?> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/kaygilanmak.jpg

4 Ekim 2013 Cuma

Milyonlarca yıl önce bile sosyal yardımlaşma varmış.

Gürcistan’ın Dmanisi kenti insanın evrimine ışık tutan fosillerle dolu bir bölge. Dmanisi’de bugüne kadar bir çok insan kalıntısı bulundu ve bunların arasında üç kafatası bir de alt çene var. Dmanisi hominidleri Avrasya’da bulunan dünyanın en eski insanları ve atalarımızın Afrika’dan çıkışına dayanan teoriyi sarstı. Geçerli olan teoriye göre atalarımız, beyinleri geliştikten sonra Afrika’dan dünyaya açılmışlardı. Ama 1,50m boyundaki Dmanisi insanları Afrikalı çağdaşlarına göre çok daha kısa boylu ve narin yapılı. Beyin hacimleri de yalnızca 0,6-0,8 litre kadar. Oysa Homo erectus’un beyin hacmi yaklaşık olarak 1 litre, modern insanınki ise (Homo sapiens) 1,2 Ğ2 litre arasındadır.  Son buluntulardan biri olan bir kafatası ve buna ait altçene kemiği, dişleri önemli ölçüde zarar gören en eski hominid olarak açıklandı. Hominid üst çenesindeki tüm dişlerini kaybetmiş, altçenede ise sadece soldaki köpekdişi kalmış geriye. Ayrıntılı incelemeler sonucunda, yaşlı hominidin dişlerini ölümünden çok önce kaybettiği anlaşıldı. Ya çok yaşlıydı ya da bir hastalık yüzünden dişleri dökülmüştü. Fakat o dönemdeki ilk insanlar etle besleniyordu. Dişsiz hominid et yiyemeyeceğine göre, bir olasılıkla kemik iliği ve beyinle zenginleştirilmiş bitkilerle besleniyordu. Bu da, duygudaşlığın ve sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın 1,8 milyon yıl önce varolduğunu kanıtlayabilir. Bu konudaki araştırmalar hala devam ediyor.



Milyonlarca yıl önce bile sosyal yardımlaşma varmış.> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/sosyal-yardimlasma.jpg

2 Ekim 2013 Çarşamba

Garip bir gezegenimiz daha oldu!

Uzayda yaşam formu bulunan gezegen varmı yokmu gibi tartışmalar ve araştımalar sürerken bir garip gezenemiz daha oldu.


Uzayda olası akıllı canlıların yaydığı radyo sinyallerine dair izler bulmak amacıyla gönüllü kullanıcıların boşta kalan işlemci gücünü kullanan SETI@Home projesi, zaman içinde kanser araştırmalarından deprem analizlerine kadar pek çok yeni projeye ilham verdi. Bu yaklaşım, araştırma veya gözlem sonucu toplanan verilerin gönüllülerin kişisel bilgisayarlarına gönderilmesi ve verilerin bu bilgisayarlarlarda detaylı bir şekilde analiz edilerek sonuçların alınması ilkesine dayanıyor. Bu amaçla genellikle ekran koruyucu olarak görev yapan, yani bilgisayar bir süre boşta kalınca devreye giren programlar kullanılıyor.


İlginç olan ise bu girişimlerin ender de olsa somut sonuçlar ortaya koyabilmesi. Bunun bir örneği geçtiğimiz ay yaşandı. Einstein@Home projesi kapsamında bilgisayarlarının boşta kalan işlem gücünü bilimsel araştırmaları desteklemek için ayıran üç kullanıcı, geçtiğimiz ay gökyüzünde ender rastlanan atarca (pulsar) tipi bir yıldızın keşfedilmesine yardımcı oldu. PSR J2007+2722 adı verilen yıldız, saniyede 41 kez kendi etrafında dönüyor ve alışılmadık ölçüde zayıf bir manyetik alana sahip. Einstein@Home projesinde şu aralar 500 bine yakın gönüllü yer alıyor.



Garip bir gezegenimiz daha oldu!> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/gezegen.jpg

Kafanızı değiştirecekler

Sadece film olarak aklımızda kalan Frankenstein bilim alanında yaşanan gelişmelerle,  bu teorinin kısa zaman içerisinde hayata geçmek üzere olduğunu gösteriyor.


Şöyleki;


Frankenstein veya Modern Prometheus, Mary Shelley’nin yazdığı romandır. İlk kez İngilizce olarak 1818 yılında Büyük Britanya’da yayımlanmıştır. Birçok kez sinema ve tiyatroya da uyarlanmıştır.


Felsefi bir roman olan Frankenstein, daha çok korku romanı olarak hatırlanır. Bilinenin aksine Frankenstein yaratığın değil yaratıcısının adıdır.Yaratığın bir ismi yoktur. Romanda toplum dışına itilen, kendi savaşını veren ve bu savaşta yenilen farklı insanların acıklı öyküsü anlatılmaktadır.


Ve günümüzde;


İtalyan Nöroşirurji Uzmanı Sergio Canavero, kafa nakli ameliyatının iki yıla kadar başarılabileceğini belirtti.


Canavero, “Surgical Neurology International” dergisinde yayımlanan araştırmada, 1970′li yıllarda Dr. Robert White ve ekibinin maymunlar üzerinde yaptığı benzer deneyleri hatırlattı. Canavero, White ve ekibinin bir maymunun kafasını bedeninden ayırıp başka bir maymunun bedenine nakletmeyi başardığını, 8 gün sonra böbrek yetmezliğinden ölse de maymunun ameliyattan sonra bilincini geri kazandığını ve araştırmacıları ısırmaya çalıştığını vurguladı. Nöroşirurji Uzmanı Canavero, yakında insanların katıldığı araştırmalarda da geliştirdiği yöntemi uygulamak istediğini anlattı.  Canavero, nakil yapılacak kişinin kafasının alınarak, vücut ısısının düşürüleceğini, daha sonra donörden alınan kafanın nakledileceğini belirtti. Bilim insanı, hastanın ameliyattan sonra hayatta kalması durumunda, doku reddine karşı uzun bir tedavi göreceğine dikkati çekti. Ancak bu naklin önünde büyük engellerin bulunduğu ifade edildi. Ameliyat masrafının 10 milyon avro olacağının tahmin edildiği, yaklaşık 100 gönüllünün bulunmasının ve etik sorunların aşılmasının da güç olduğu kaydedildi.



Kafanızı değiştirecekler> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/kafanizi.jpg

1 Ekim 2013 Salı

Yaz saati uygulaması kalp için zararlı

Yaz saati uygulaması uyku düzeni bozukluğu ve biyolojik değişikliklere sebep olduğu için kalp krizi riskini arttırıyor.


Saatleri ileri almak hayat kurtarabileceği gibi hayatımıza da mal olabilir. Stockholm’daki Karolinska Üniversitesi’nden araştırmacılar İsveç’te 1987’den bu yana meydana gelen miyokard enfarktüsü oranlarını incelediler ve yaz saati uygulamasını takip eden ilk hafta içerisinde kalp krizi vakalarının %5 kadar arttığını gördüler. New England Journal of Medicine adlı derginin Ekim sayısında, kalp krizi vakalarındaki bu artışın uyku düzeni ve biyolojik ritim bozukluklarından kaynaklanabileceğini belirttiler.


Öte yandan, yaz saati uygulaması daha fazla insanın hava aydınlıkken araba kullanmasını sağlayarak trafik kazalarını önlemeye yardımcı olabilir. RAND şirketindeki ekonomistler Amerika’nın 28 yıllık araba kazası verilerini inceledi. Bu inceleme, 1986 yılında federal gün ışığından yararlanma yasalarında yapılan ve yaz saati uygulamasını Nisan ayının son Pazar gününden Nisan’ın 1’ine alan değişikliğin yayaların içinde bulunduğu trafik kazalarını %8 ila %11 oranında ve araçlardaki insanların yer aldığı kazaları %6 ila %10 oranında azalttığını gösterdi. İnceleme sonucunda elde edilen bulgular 2007 B.E Journal of Economic Analysis and Policy study (Ekonomik Analiz ve Politika çalışmaları dergisi)’nde yayımlandı.


Daha Fazla Metan Gazı


Bölgesel metan gazı salınımları Mars’ta yaşam olup olmadığına ilişkin gizemi yeniden gündeme getirdi.


Mars’ta bulunduğu ilk kez birkaç yıl önce keşfedilen metan gazı, gazın jeolojik hareketlerden mi, yoksa, daha da önemlisi Dünya’daki gibi yaşayan organizmalardan mı kaynaklandığını merak eden araştırmacıların ilgisini çekti. Metan gazına ilişkin yeni bulgular bu sorulara tam olarak bir açıklık getiremese de, en azından yeni çalışmalara yön veriyor.


NASA Goddart Uzay Uçuş Merkezi’nden J. Mumma ve meslektaşları zemine monte edilmiş teleskoplar kullanarak Kızıl Gezegen’in yüzeyinin yaklaşık %90’lık bir kısmını 3 Mars yılı (7 Dünya yılı) boyunca gözlemlediler. 2003 yılının yaz ayları boyunca büyük metan gazı salınımları kaydettiler ve bu salınımların gerçekleştiği bölgeleri saptadılar.


Araştırmacı J. Mumma, Science dergisinin Ocak sayısında yayınlanan çalışmasının önemini abartmamaya dikkat ediyor. Metan gazının gezegenin üst buzul katmanının altında yaşayan bakterilerin hareketliliğinden kaynaklanması mümkün gibi görünse de alt tabakalardaki kayalık katmanlarda sıkışmış su ile minerallerin gerçekleştirdiği reaksiyonlardan kaynaklanıyor olması da aynı derecede mümkün. Metan, aynı zamanda, geçmiş süreçlerin bir şekilde bir araya gelmiş, daha sonra da salınmış bir kalıntısı da olabilir. Yine de bilim insanları, Mars’taki metanın belirli bölgelerden geldiğini bildiklerinden gelecekte yapılacak araştırmalar için yeni kaynaklar arayabilir ve bu bölgelere yönelebilirler.


Hızlı Düşünün!


Hızlı Düşünmek İnsanları Mutlu Ediyor


Kötü bir gün geçiriyorsanız aklınıza iyi şeyler getirmeye çalışmayın. Sadece hızlı düşünün. Yeni yapılan bir araştırma hızlı düşünmenin moralinizi düzeltebileceğini öne sürüyor. Yapılan 6 deneyde, Princeton ve Harvard üniversitelerinden araştırmacılar, katılımcıların 10 dakika boyunca bir probleme bulabildikleri kadar çok çözüm önermeleri (kötü çözümler de dahil), bilgisayar ekranına yansıyan bir dizi fikri hızlı bir şekilde okumaları veya I Love Lucy adındaki bir video klibini hızlı çekimde izlemelerini sağlayarak katılımcıları hızlı düşünmeye yöneltti. Bir başka gruptaki katılımcıların ise benzer görevleri daha yavaş bir şekilde yapmaları sağlandı.


Araştırma sonuçları, hızlı düşünmenin katılımcıların daha mutlu ve yaratıcı olmasını sağladığını ortaya koydu. Bunun yanında, katılımcıların kendilerini enerjik ve güçlü hissetme seviyeleri, mutluluk ve yaratıcılık seviyeleri kadar olmasa da, bir artış gösterdi. Araştırmanın önde gelen isimlerinden Emily Pronin, kolay bir bulmaca çözmek veya bir fikirle ilgili beyin fırtınası yapmak gibi insanları hızlı düşünmeye yönelten etkinliklerin enerjimizi arttırıp içinde bulunduğumuz ruh halini iyileştirebileceğini belirtti.


Ancak Pronin, hızlı düşünmenin bazen olumsuz sonuçlar doğurabileceğini de vurguladı. Bipolar Duygudurum Bozukluğu olan hastalarda düşünce akışı çok hızlı gerçekleşebildiğinden manik tepkilere yol açabiliyor. Pronin ve bir meslektaşı, kendi yaptıkları araştırma ile yürütülen diğer araştırmaları dikkate alarak yazdıkları başka bir makalede, farklı şeyleri hızlı bir biçimde düşünmenin mutluluğu tetikleyebileceğini; ancak aynı şeyleri hızlı bir şekilde düşünmenin mutluluk değil kaygıya yol açabileceğini öne sürdü. (Aynı zamanda, farklı şeyleri yavaş bir biçimde düşünmenin genellikle meditasyonla bağdaşlaştırılan huzur dolu, sakin duyguları tetiklediğini; buna karşın aynı şeyleri yavaş bir biçimde düşünmenin enerji seviyesini düşürüp depresif düşüncelere yol açtığını da öne sürdüler.


Düşünce hızının moralimizi neden etkilediği belli değil. Ancak, Pronin ve meslektaşları kendi beklentilerimizin de bu denklemin bir parçası olabileceği görüşünde. Daha önce gerçekleştirilen araştırmalarda, genellikle insanların hızlı düşünmeyi iyi bir ruh hali ile ilişkilendirdiğini bulmuşlardı. Bu yaygın inanış, içgüdüsel olarak, hızlı düşünmenin moralimizin iyi olmasından kaynaklandığı çıkarımında bulunmamıza neden olabilir. Ayrıca, hızlı düşünmenin beyindeki zevk alma ve ödüllendirilme duygularıyla ilgili olan ve macerayı seven dopamin sistemini etkinleştirdiği de getirilen açıklamalar arasında.



Yaz saati uygulaması kalp için zararlı> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/kalp.jpg

İlginç Hurafeler

Bir genç askere giderken evden çıkmadan önce bir dilim ekmeğin yarısını yer, yarısını da geri bırakırsa, artık ekmek onu, çağıracağı için kazaya belaya uğramadan geri dönermiş.


Biri gurbete giderken arkasından su dökülürse hem kazaya uğramaz, hem de gurbetten çabuk dönermiş.


Bir kişi sabunu başka birine elden verirse, sabun acı olduğu için, acı olaylar görülürmüş veya iki kişi arasına düşmanlık girermiş.


Evliliğin ilk günü (gerdek gecesi) erkek veya kadın, hangisi önce uyursa o daha evvel ölürmüş.


Bir erkekle bir kadın evlendikleri zaman gerdek gecesi hangisi daha evvel diğerine tokat vurursa onun sözü daha çok dinlenirmiş.


Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.


Nar taneleri yere düşürülmeden yenilirse cennete girilirmiş.


Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmış ise, tarla sahibinin güneş doğmadan önce, tarlasının etrafını koşarak dolaşması gerekirmiş.


Otururken ayak sallanırsa alacaklı kapıya gelirmiş (Kıbrıs).


Ayakkabılar ters dönerse şeytan üzerinde namaz kılarmış (Kıbrıs).


Cenaze çıkan ev ile çevresindeki evlerin suları dökülmelidir. Çünkü Azrail kılıcını o sularda yıkar. Sular pislendiği için içilmez olur (Kıbrıs).


Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.


Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra “Bunu sana sattım” der ve kurban kestirir.


Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuğu yaşamaz.


Çocuğu yaşamayan kadın yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur.


Doğum yapan kadın yedigün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz.


Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir.


Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa albasmaz.


Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir (Kıbrıs).


Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur (Kıbrıs).


Gece ev süpürülürse fakirlik gelir, Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir, Gece tırnak kesilirse ömür kısalır (Kıbrıs).


Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.


Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.


Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış. (Buna bazı yerlerde cüher almak denilmektedir.)


Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.


Dişi ağrıyan bir kişi mezarlığa gider, mezar taşını ısırır, arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir.


Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olurmuş.


Cuma günü çocuğun ayakları bir camii kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmazmış!


Erkek çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olurmuş (Kıbrıs).


Çocuğun boyu metre ile ölçülürse ömrü kısa olurmuş!


Sünnetsiz ölen çocuğun parmaklarından birinin kırılması gerekirmiş!


Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze (örtüye) sarılırsa tokgözlü olurmuş.


gibi daha yüzlercesi var.



İlginç Hurafeler> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/hurafe4.jpg

Hurafe Nedir?

Hurafe yada batıl hemen hemen herkesin duyduğu bildiği kelimeler. Farkında olmadan pek çoğumuzun hayatına yerleşmiş olan bir çok hurafe vardır.


Hurafenin tam olarak kelime anlamı şu şekildedir:

Hurafe (Arapça: خرافة), boş, batıl inanışlar; asılsız rivayetler ve efsaneler, dinde olmayan ve sonradan dine eklendiği belli olan (bidat) asılsız inançlar, uğursuzlukla ilgili inanışlar ve yorumlar. Olağan davranışları etkilemek ve tabiat düzenini değiştirmek için yapılan büyüler. Üfürükçülük ve yatırlardan medet ummak, muska ve nazarlıklarla değişim yaratmak.

Hurafe dediğimiz şey zamanla davranış biçimine dönüşmüş, kulaktan kulağa akla mantığa sığmayan duyumlardır. Bu konu daha önce hiç ilgimi çekmemişti. Hurafe ile ilgili ilk ciddi açıklamayı sınava girmek üzere olan kızıma yapmıştım. ”Her şey tamam da ben kırmızıya baktım.” diyerek üzüntüsünü dile getirmişti. Duyduğuna göre sınavdan önce kırmızıya bakarsa zihni kapanırmış ve başarısız olurmuş. Sonuç olarak o güne kadar girmiş olduğu bütün sınavlardan daha yüksek puan almıştı. Çocuklarımızı batıl inanışlar konusunda da yeterince bilgilendirmemiz gerekiyormuş. O kadar çok hurafe var ki saymakla bitmez.



Hurafe Nedir?> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/hurafe3.jpg

İlk teleskopun mucidi Galileo'dur

Çalışır olduğu bilinen en eski teleskoplar 1608 yılında Hans Lippershey imzasını taşıyordu. Buluşun sahibi olduğunu iddia eden isimler arasında Zacharias Janssen, Middelburg’da bulunan spekülatörler ve Alkmaar’lı Jacob Metius da bulunuyor.İlk teleskopların tasarımında konveks objektif merceğiyle birlikte bir de konkav öküler (küçük mercek) bulunuyordu. Galileo bu tasarımı bir yıl sonra, 1609′da kullandı. 1611′de Johannes Kepler bir konveks mercek ve bir konkav öküler ile nasıl daha güçlü bir teleskop yapılabileceğini açıkladı.1655 yılında ise Christiaan Huygens gibi astronomlar kendileri için bileşik mercekler kullanarak oldukça güçlü ancak sıradışı büyüklükte büyük ve kullanışsız Keplerian teleskoplarını inşa edebiliyorlardı.



İlk teleskopun mucidi Galileo'dur> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/teleskop.jpg

İşte Türkiye’nin en büyük fotoğrafı

TÜRKİYE’nin en büyük dünyanın ise 10. büyük fotoğrafı İstanbul’da çekildi. Gigapanorama olarak adlandırılan teknikle üretilen fotoğraf için İstanbul yaklaşık 10 saat görüntülendi. Özel bir yazılımla birleştirilen ve 4935 kareden oluşan fotoğrafta kilometrelerce uzaklıktaki mekanlar bile net bir şekilde görülebiliyor. Fotoğrafı çeken Hasan Yazanel, gelecek yıl dünyanın en büyük fotoğrafını da yine İstanbul’da çekeceğini söyledi, Detaylar için Tıklayın…



İşte Türkiye’nin en büyük fotoğrafı

Mars'ta yaşam belirtisi umudu azaldı

Nasa tarafından Mars’ta ya mikrobik yaşam bulma umudu hızla tükeniyor, Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Mars gezegenindeki keşif aracı Curiosity’nin elde ettiği sonuçlar ‘Science’ dergisinde yayımlandı.


Curiosity, Kızıl Gezegen’de metan gazı bulunmadığını belirtti. Canlı organizmalar tarafından üretilen metan gazının bulunamaması, bilim insanları tarafından Mars’ta mikrobik yaşam araştırmaları adına ‘kötü haber’ olarak değerlendirildi. Araştırmanın proje yöneticilerinden biri, “Metan gazı için ne zaman yeni bir araştırmaya kalksak şimdi bulduk, bulacağız dedik. Ama maalesef her defasında hayal kırıklığına uğradık” açıklamasında bulundu ve şimdilik bir sonuca varamadıklarını ancak metan gazı araştırmalarına devam edeceklerini belirtti.


Bilim adamları daha önce de teleskoplar aracılığıyla yapılan gözlemlerde Mars’ta metan gazı olabileceğini iddia etmiş ve gezegende yaşamın olabileceğini öne sürmüştü. Mars’a yapılacak olası yolculuk kapsamında şimdiye kadar üretilen en gelişmiş robot olan Curiosity, 26 Kasım 2011′de uzaya fırlatılmış, 6 Ağustos 2012′de Kızıl Gezegen’deki Gale Krateri’ne inmişti. Curiosity, 12′den fazla kamerası, bir meteoroloji istasyonu, sondaj ve çevreyi incelemesine olanak sağlayan araçlarıyla Kızıl Gezegen’de hayata ilişkin kimyasal temel yapı taşlarını bulmaya çalışıyor.



Mars'ta yaşam belirtisi umudu azaldı

Denizdeki buzlanma yüzde 150 arttı

Küresel ısınmanın son dönemlerde gündemden düşmesi ile birlikte araştırmacılar yeni sonuçları yayınlamaya başladı , ortaya çıkan sonuçlar 2006 yılına göre denizdeki buzlanmanın hızla arttığını gösteriyor.


Antartika çevresindeki deniz buzlanması şu anda tam olarak 19,44 milyon km kare, uydudan alınan bu verilere göre denizdeki buzlanma rekor seviyede. Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi (NSIDC) uzmanları 2006 yılında yapılan tespitlerde ise bu oranın yaklaşık olarak 7,49 milyon km kare olduğunu ve buzlanmanın hızla devam ettiğini söylüyor


Savunma Meteorlojik Uydu Programı’nın bir parçası olarak Eylül sonunda yapılan mikrodalga görüntülemeler ile deniz buzlanmasındaki en yüksek genişleme tespit edildi.


NASA’ya göre rekor buzlanmanın sebebi, Antartika’da yükselen sıcaklığın neden olduğu güçlü rüzgarlar.



Denizdeki buzlanma yüzde 150 arttı