8 Ekim 2013 Salı

Bilim adamları ve ünlü isimlerden özlü sözler

Evrende en çok bulunan iki şey vardır: Hidrojen ve Aptallık.
Harlan Ellison
 
Hayatta başarılı olmak için akılsız görünmeli, ama akıllı olmalıyız.
Montesquiue
 
Basit bir insanın elinden geleni yapabilmesi, zeki bir insanın tembelliğinden çok daha değerlidir.
Baltasar Bracias
 
Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır.
Publius Cyrus


Savaş kimin haklı olduğunu değil kimin geriye kalacağını belirler.
Bertrand Russell
 
Üç tür yalan vardır: yalan, kahrolası yalan ve istatistik.
Benjamin Disraeli
 
Yalanlamak ve reddetmek için okuma.
Francis Bacon
 
Hayat, sadece kazanan numaraların göründüğü büyük bir piyangodur.
Sofi’nin Dünyasi’ndan
 
Yaşamak için bir “neden”i olan, her türlü “nasıl”a dayanabilir.
Friedrich Nietzsche
 
Başarı, genelde onu sürekli aramakla meşgul olanlara gelir.
Henry David Thoreau
 
Kavramak için görmek, görmek için de dikkatle bakmak gerek.
Pitigrilli
 
İnsanların en çok inandıkları şeyler, en az anladıklarıdır.
Montaigne
 
Gerçeklerden kaçınmak için sanata ihtiyacımız var.
Friedrich Nietzsche(1844-1900)
 
Bir kimsenin akıllı olduğu cevaplarından, bilge olduğu da sorularından anlaşılır.
Necip Mahfuz


Hakiki arkadaşlık sıhhatten farksızdır, kıymeti ancak elden gittikten sonra anlaşılır.
Golti
 
Problemlerin değeri, çözülmeye çalışıldığında verdikleri zorluktan anlaşılır.
Paul Erdos (1913-1996)
 
Bilgin olan konuşur ama alim olan dinler.
Jimi Hendrix
 
Herşey mümkün olduğu kadar basit yapılmalı; ama daha basit değil.
Albert Einstein
 
Aptal biri ile tartışırken, onun da aynı şeyi yapmadığından emin ol.
Ahmet Haşim
 
Birşey yaratmada tek ve en zor kısım başlangıçtır; zira bir çim biçme bıçağının yapımı bir meşe ağacı yapımı kadar zordur.
James Russell Lowell
 
Ugraşılmaya değer problemler, değerlerini geri teperek ispatlarlar.
Piet Hein
 
Bilgi düzenlendiğinde bilimi oluşturur, hayat ise bilgeliği.
Immanuel Kant (1724-1804)
 
Evrende en çok bulunan iki şey vardır: Hidrojen ve Aptallık.
Harlan Ellison
 
Hayatta başarılı olmak için akılsız görünmeli, ama akıllı olmalıyız.
Montesquiue
 
Basit bir insanın elinden geleni yapabilmesi, zeki bir insanın tembelliğinden çok daha değerlidir.
Baltasar Bracias



Bilim adamları ve ünlü isimlerden özlü sözler> Bilimsel Gerçekler

Bilim Kurgunun hayatımızdaki yeri

Bilim kurgu aslında kısaca hayal gücü demektir. Şöyle düşünün elinizde varolan teknolojilerle yetinmeyip daha farklı teknolojiler hayal edersiniz, ama bu teknolojiler sadece sizin hayal gücünüzle sınırlı kalır, yada bu hayalinizden bahsettiğiniz bir senarist arkadaşınız var ise bunu bir filme dökebilir, bu sadece bir fikir tabiki bilim kurgu filmlerinin maliyetleri ortada, herkesin harcı değil.


Neyse konumuza dönecek olursak, bilim kurgu aslında bazen geçmişi kurguladığımız, bazen dünya dışı varlıkları, alternatif zaman dilimlerinde gezinebilmeyi filan hayal ettiğimiz oldukça göreceli bir kavramdır.

Geçmişten bugüne yani oldukça uzun zaman önce bilim kurgu olarak bakılan bir çok şey aslında yavaş yavaş hayatımıza gerçeklik olarak girmektedir


Aslında siz bu hayalleri kurduğunuz da bunlar güncel hayatımızda mümkün olmayan şeylerdir, tabi ilerleyen yıllarda nelerin değişeceğini, hangi teknolojilerle tanışacağımızı şimdilik bilmek gibi bir şansımız yok, ama bazende bilim kurgu filmleri bize ipuçları verebilir, örneğin bir filmde gördüğünüz cep telefonunun klavyesi masanın üstüne yansıyorsa ve bu sayede yazı yazabiliyorsak bunun gelecekte gerçekleşme ihtimali oldukça yüksek gibi algılayabiliriz, yada bir kaç yıl sonra yeni çıkan bir cep telefonu modelinde bu özelliği gördüğümüzde şaşırabiliriz de.


Ama bazı abartılar da mümkündür tabiki, örneğin bir filmde işlenen paralel evren yani, varolan kişiliğimizin birebir aynı olan başka bir evrende bizden farklı yeteneklere sahip bir şekilde yaşıyor olması şimdilik mümkün görünmüyor, ama kimbilir klavyesi masasın üstüne yada herhangi bir yere yansıyarak kullanılabilen bir cep telefonu yakında piyasada olur.


Fikirlerinizi beyan etmekten çekinmeyin, düzgün yazılmış her yorum sitemizde yayınlanmaktadır, sağlıcakla kalın .


Makale Yazarı: Uğur TUĞTAN

Bilimsel Gerçekler

Makale Editörü



Bilim Kurgunun hayatımızdaki yeri> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/bilimkurgu.jpg

7 Ekim 2013 Pazartesi

Francis Bacon

(1561-1626) Bilime katkıları gözönüne alındığında bilimin öncülerin kabaca üç grupta toplanabilir. “Kabaca” diyoruz, çünkü bilimadamlarının en azından bir bölümü için böyle bir sınıflama yapay olmaktan ileri geçmez.


(1) Çalışmaları deneysel ağırlıklı olanlar (Faraday, Marie Curie, Rutherford, vb.);


(2) Kuramsal düzeyde devrim niteliğini taşıyan atılımlarıyla tanınanlar (Newton, Darwin, Maxwell, Einstein, vb.);


(3) Çalışmalarında pratik sorunların çözümüne ağırlık verenler (Archimedes, Pasteur, vb.).


Katkısı bu üç tür çalışmadan hiç birine girmeyen, ama bilimsel yöntem anlayışım, bilimin uygar yaşam için önemini, uygulamaya yönelik bilginin güç ve değerini işleyen yapıtları; “kısır” diye nitelediği skolastik düşünce geleneğine karşı yüreklice ortaya koyduğu tepkisiyle bilim tarihine yön çizen bir öncü vardır: Francis Bacon.


Bacon, dar anlamda bir bilimadamı olmaktan çok, kendisine özgü yaklaşımıyla bir bilim yorumcusu, öngördüğü bilgi dünyasını kurma misyonuyla tabuları kırma savaşımı veren bir düşünürdü. İçine doğduğu dünya, çelişkilerle dolu bir dönemden geçmekteydi: bir yanda insanoğlunun yeni keşiflerle bilinmeyene açıldığı, bilgi arayışına girdiği; öte yanda büyü, fal türünden aldatıcı uygulamaların yaygınlık kazandığı, kilise buyruğuna ters düşünenlerin yakıldığı bir dönem!


Rönesansla birlikte sanatta belirginlik kazanan coşkulu atılım, 16. yüzyılda doğayı anlama, olup bitenleri açıklama arayışına dönüşmüştür. Bacon’un bu dönüşümü yorumlama ve yönlendirme tutkusu, aydınlanma çağını henüz yakalayamamış toplumlar için bugün de geçerli bir örnektir. Bacon, İngiliz Kraliyet Sarayı çevresinde, üst-düzey yönetici bir ailenin çocuğu olarak büyümüştü. Amcası dönemin en etkili politikacısıydı.


Daha küçük yaşlarındayken Francis, güzel ve ciddi konuşmalarıyla Kraliçe Elizabeth’in ilgisini çekti. Kraliçe, ziyaretçi ve misafirlerine, saçlarını okşamaktan hoşlandığı bu çocuğu, “Saray’ın Minik Lordu” diye tanıtırdı. Çok yönlü bir eğitimle yetişen delikanlı, 18 yaşına geldiğinde diplomatlar arasına katılmaya, elçilerle birlikte Avrupa başkentlerine gidip gelmeye başladı.


Ne var ki, bu parlak başlangıç uzun sürmedi. Babasının erken ölümü, yarattığı politik skandal nedeniyle ağabeyinin ölüm cezasına çarptırılması, aileyi çökertti. Annesinin geçim sorumluluğunu üstlenen Francis, bir yandan aile borçlarını ödeme uğraşı verirken, bir yandan da kendi geleceğini kurma çabasını elden bırakmıyordu. Başta Kraliçe olmak üzere, hiç kimse yüzüne bakmıyordu artık!


Ama hüsrana dönüşen yaşamında onu ayakta tutan ve yaşam boyu sürecek bir inancı vardı: Uygar geleceğe giden yolda aydın kesime bilimin önemini kavratmak, bilimsel araştırmaya kurumsal bir kimlik kazandırmak! “İlgi alanımda yalnızca bilgi, bilgiye yönelik araştırma vardır,” diyordu Bacon.


Deneyimci (ampirik) felsefenin öncüsü olan Bacon, temelde somut sorunlara ağırlık veren pragmatist bir düşünürdü. İnsanlığın mutlu ve aydınlık geleceğine ilişkin, biraz ütopik ve iyimser bir beklentisi vardı. Ona göre, bu geleceğin başlıca güç kaynağı güvenilir bilgiydi. İlerlemeyi tıkayan tek engel, “idolamentis” dediği yerleşik tabulardı. Öncelikle aklı teolojinin tutsaklığından kurtarmak, kapıları deneysel araştırmalara açmak gerekiyordu. Bacon, militan bir tutum içindeydi; yaşamını, tasımsal argümanlarını laf cambazlığı saydığı skolastik “bilginlerin” yetkisini kırmaya adamıştı.


Bacon’un önerdiği bilim, seçkin kişilerin bireysel etkinliği olmaktan çok, örgün, kurumsal nitelikte bir girişimdi. Bunun için tüm dillerde yazılmış değerli kitapları da içine alan zengin bir kitaplık, geniş botanik ve hayvanat bahçeleri, görkemli bir müze ve her türlü deneye yeterli büyük bir laboratuvar kurulmalıydı. Doğanın gizlerinin çözülmesi ve özlenen uygar dünyanın kurulması, ancak bu kuruluşlardan oluşan kompleks bir bilim merkeziyle gerçekleştirilebilirdi. Bacon, seçkin bilimadamlarını bünyesinde toplayan Kraliyet Bilim Akademisi’ni (The Royal Society) de bu amaçla kurmuştu.


Bacon, bilimin önemini vurgulamakla kalmamış, bilimsel yöntemi açıklama işini de üstlenmişti. Doğayı tanımak, doğa güçlerini denetim altına alma yolunda istenen sonucu verecek yöntemi belirlemek, başlıca amaçlarından biriydi. Ona göre gözlem ve deney, bilimsel araştırmanın asal özellikleriydi. Olgusal verileri toplayarak bunları belli bir düzen içinde işlemek dışında, doğayı tanımanın bir yolu yoktu.


Skolastik yaklaşımda olduğu gibi, doğruluğu sorgulanmaz birtakım peşin ilkelerden tümdengelimle olguları açıklamaya çalışmak kısır bir çabaydı. Doğru olan yöntem, gözlem veya deneyle olguları saptamak, toplanan verilerden indüksiyonla genellemelere gitmek, ulaşılan genellemelerden en kapsamlı olanları aksiyom (öncül ilke) olarak seçmekti. Tümdengelim (dedüksiyon), ancak bu aşamadan sonra yararlı olabilirdi.


Bacon, yöntem anlayışını ilginç bir benzetmeyle ortaya şu şekilde koymuştur: “Bilimadamı ne ağını içinden çekerek ören örümcek gibi, ne de çevreden topladığıyla yetinen karınca gibi davranmalıdır. Bilimadamı topladığını işleyen, düzenleyen bal ansı gibi yapıcı bir etkinlik içinde olmalıdır.”


Bacon’un, olgusal içerikten yoksun dedüktif çıkarımı yararsız saymakta haksız olduğu söylenemez. Gerçekten de Aristoteles’in tasımsal mantık yöntemiyle bilimde bir adım bile ileri gidilemeyeceği bilinmeliydi artık. Ama Bacon’un önerdiği tümevarım yönteminin de yeterli olduğunu söylemek güçtür. Tümevarımla yapılan genellemeler, olguları açıklayıcı değil, betimleyicidir.


Örneğin, tüm bakır tellerin iletken olduğu genellemesi, bakır telin neden iletken olduğunu açıklamamakta, yalnızca gözlemlenen bakır tellerin ortak bir özelliğini belirtmekle kalmaktadır. Betimleyici genellemelerin bilimde önemli yer tuttuğu elbette yadsınamaz. Ancak bilimin, olguları betimlemenin ötesinde daha önemli işlevi, olguları veya olgusal ilişkileri açıklamaktır.


Boyle’un yasasını alalım. Sabit sıcaklıkta, gazların hacimleri ile basınçlarının ters orantılı olduğu genellemesi, gözlemsel bir ilişkiyi dile getirmekle kalmaktadır. Bu ilişki ise ancak daha sonra, “gazların kinetik teorisi” olarak bilinen kuramsal ilkeyle açıklanabilmiştir. Bacon, gözleme dayanan genellemeler gibi açıklayıcı ilkelere de tümevarımla ulaşılabileceği yanılgısı içindeydi.


Oysa, hipotez ya da kuram oluşturmanın bilinen bir yöntemi yoktur. Bu bağlamda, bilimadamının deneyim, sezgi veya yaratıcı hayal gücünden sözedilebilir; ama indüktif, dedüktif ya da başka türden bilinen bir yöntemden kolayca söz edilemez, herhalde.


Bacon’un bilimsel yöntem anlayışındaki bir yetersizlik de, matematiğin bilimdeki işlevini kavrayamamış olmasıdır. İleri sürülen bir hipotez ya da kuramın olgusal olarak yoklanması, öncelikle o hipotez ya da kuramdan “öndeyi” denen test edilebilir önermelerin çıkarımını gerektirir. Bu ise uzun süreçli mantıksal bir işlem olup çoğu kez ancak matematiğin tümdengelim tekniğiyle olasıdır.


Ayrıca matematik, bilim için etkili bir dildir; özellikle fizikteki, yasa ve ilkelerin matematiksel denklemlerle dile getirilmesi, çıkarım işlemlerini kolaylaştırmanın yanısıra bilime daha güvenilir ve açık bir ifade gücü de sağlamaktadır.


Bacon, deneysel bilimin inançlı bir savunucusu, bilimsel yöntem bilincini ön plana çıkaran bir öncüydü. Ne var ki, onun kendi yaşam dönemindeki bilimsel çalışmaları yeterince izlediği söylenemez. Kepler’in ortaya koyduğu doğrulayıcı sonuçlara karşın, Kopernik dizgesini içine sindirememesi, üzerinde durulacak bir noktadır.


Çağdaşı Galile’nin, deneyle matematiği birleştirerek bilimsel yönteme kazandırdığı yeni kimliğin farkına varmamış olması da ilginçtir. Aynı şekilde, modern anatominin öncüsü Vesalius’un çalışmasına gereken ilgiyi göstermediği gibi, kendi hekimi Harvey’in, kan dolaşımına ilişkin buluşlarını da bir bakıma görmezlikten gelmiştir.


Değindiğimiz tüm yetersizliklerine karşın, Bacon’un bilimsel gelişme için gerekli ortamın hazırlanmasında oynadığı büyük rolün önemi tartışılamaz. Unutmamak gerekir ki, Bacon bir bilim adamı olmaktan çok, bilimi bağnazlığın tekelinden kurtarma savaşı veren bir düşünürdü. Bilimin daha sonraki gelişmeleri üzerindeki etkisi, bu gelişmelerin uygar yaşama yönelik kazanımlarına ilişkin öngörüleri gözönüne alınacak olursa, Bacon daima övgüyle anılacaktır.


Bacon, “bilgi kudrettir,” demiştir. Ancak yüzyılımıza gelinceye dek yalnız o değil hiç kimse, bilgelikle birleşmeyen bilginin, aynı zamanda bir yıkım aracı olarak da kullanılabileceğini düşünebilmiş değildir.


Kaynak: bilimadamları.net



Francis Bacon> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/Francis-Bacon.jpg

Zombiler gibi 17 yıl sonra toprak altından çıkıyorlar

Ağustos böceklerinin inanılmaz yaşam serüveni.



Zombiler gibi 17 yıl sonra toprak altından çıkıyorlar> Bilimsel Gerçekler

6 Ekim 2013 Pazar

Eğitimde bilgisayar mı, kitap mı?

Bu yazı bilimsel bir dayanağı olmayan sadece kendi fikirlerimden oluşan bir makaledir.


Şöyle bir düşünceyle yola çıktım; kitapla eğitim yapan bir çocukla bilgisayarda eğitim yapan bir çocuğun eğitiminde ne gibi farklılıklar olabilir?


Kitapla eğitim bir süre sonra çocuğun sıkılmasına sebep olacaktır, çünkü bu zoraki ve belli kalıpların kullanıldığı bir eğitim şeklidir, aynı kitabı okumak başka hiç bir şeyle ilgilenmemek herkesi bir süre sonra sıkacaktır. Bir deneyin herhangi bir konu hakkında elinize bir kitap alıp okumaya çalışın hatta bunu bir ödevmiş gibi anlamaya çalışın sonra da aynı konuyu bilgisayarda bulup tekrar edin,  şahsi fikrim bu sizin için daha kolay anlaşılır ve akılda kalıcı olacaktır, tabi bu çocuklar içinde geçerli.


Bilgisayarla alınan eğitimde, bir konu üzerinde birçok farklı görüş bulunan makale bulunabilir, konu ile ilgili görseller ve videolar izlenebilir, konunun geçtiği alanda yorum veya forum benzeri bir yerse fikir alışverişi yapılabilir gibi can sıkılmasını önleyici bir çok faktör bulunmaktadır, bu yüzden oyum bilgisayarla eğitimden yanadır.



Eğitimde bilgisayar mı, kitap mı?> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/bilgisayar_kitap.jpg

Neden kaygılanırız?

Yetişkinlerin kaygılanma nedenleri çocukluklarından kaynaklı olduğu kabul edilen bilimsel bir gerçektir. Genelde çocukluktaki bu kaygılar anne baba kaynaklıdır, yani yetiştirilme tarzınız yada anne babanızın kaygıları sizde de bir kaygılanma alt yapısı oluşturur.


Örneğin anne babanızın siz çocukken ettiği kavgalar gözünüzün önünde gerçekleştiyse hem kendiniz için hemde onlar için kaygılanırsınız, bu kısır döngü çocukluğunuzda başlamış olur. Bu kaygılarınız çocukluğunuzda aileniz tarafından farkedilmemesi ise ileriki yaşlarda kaygılanma duygunuzun baş düşmanıdır. Çünkü her çocuk sevilmek ister, ailesinin yapmacık tavırları, samimi olmayan sevgi gösterileri çocuğun çok çabuk farkedeceği ve asla kanmayacağı şeylerin başında gelir.


Ailenin nevrotik davranışlarının çocuk üzerindeki kaygılanma etkileri genelde diğer kardeşe gösterilen aşırı sevgi ve buna bağlı olarak dışlanmışlık duygusu bunu dahada desteklemektedir. Toplumumuz da çocukluktan başlayan cinsellikte ki yasaklayıcı tutumlar, çocuğa çaresizlik, korku ve sevgisizlik ile birlikte suçluluk duygularıda aşılar. Kısaca çocukluktan başlayan bu kaygılar aslında yine çocuklukta başlamadan ailelerin bitirebileceği birşeydir. Kaygılanmak aslında çoğu zaman normalde olsa baze aşırı kaygılar insanın hayatını olumsuz yönde etkiler, siz kaygılarınızla devam ederken en azından çocuğunuza bu duyguyu hissetmemesi için kaygılarınızı bir kenara bırakın.


Nedir bunun tedavisi?


Kaygılanmak diğer psikolojik problemler ile karıştırılabileceği için doğru teşhis çok önemlidir. Öncelikle stres ile başa çıkma tekniklerini öğrenmek gerekir.


Sorunun doğru tanımı yapıldıktan sonra doğru düşünce ve davranış kalıplarını oluşturmaya yönelik psikoterapi ve gerekirse ilaç tedavisi yapılır. Ayrıca bilgisayar destekli stres üzerinde özdenetimi geliştirici tedavi de uygulanabilir.


Nasıl baş edilir ?


Hayat tarzını değiştirmek:Şeker, kafein, nikotin, alkol ve her türlü uyuşturucu ve uyarıcının kullanılmaması, yeterli sürede uyumak, düzenli bir yaşam sürmek, sağlıklı beslenmek ve stresten uzak durmak…


Fiziksel egzersiz ve Yoga yapmak: Yoga hem bir fiziksel egzersiz, hem de meditasyondur. Kullanılan solunum tekniklerine bağlı olarak sakinleşme sağlar.


Doğada kendinizle başbaşa kalmakta bazen rahatlanıza ve kaygılarınızdan uzaklaşmanıza sebep olur.kagilanmak



Neden kaygılanırız?> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/kaygilanmak.jpg

4 Ekim 2013 Cuma

Milyonlarca yıl önce bile sosyal yardımlaşma varmış.

Gürcistan’ın Dmanisi kenti insanın evrimine ışık tutan fosillerle dolu bir bölge. Dmanisi’de bugüne kadar bir çok insan kalıntısı bulundu ve bunların arasında üç kafatası bir de alt çene var. Dmanisi hominidleri Avrasya’da bulunan dünyanın en eski insanları ve atalarımızın Afrika’dan çıkışına dayanan teoriyi sarstı. Geçerli olan teoriye göre atalarımız, beyinleri geliştikten sonra Afrika’dan dünyaya açılmışlardı. Ama 1,50m boyundaki Dmanisi insanları Afrikalı çağdaşlarına göre çok daha kısa boylu ve narin yapılı. Beyin hacimleri de yalnızca 0,6-0,8 litre kadar. Oysa Homo erectus’un beyin hacmi yaklaşık olarak 1 litre, modern insanınki ise (Homo sapiens) 1,2 Ğ2 litre arasındadır.  Son buluntulardan biri olan bir kafatası ve buna ait altçene kemiği, dişleri önemli ölçüde zarar gören en eski hominid olarak açıklandı. Hominid üst çenesindeki tüm dişlerini kaybetmiş, altçenede ise sadece soldaki köpekdişi kalmış geriye. Ayrıntılı incelemeler sonucunda, yaşlı hominidin dişlerini ölümünden çok önce kaybettiği anlaşıldı. Ya çok yaşlıydı ya da bir hastalık yüzünden dişleri dökülmüştü. Fakat o dönemdeki ilk insanlar etle besleniyordu. Dişsiz hominid et yiyemeyeceğine göre, bir olasılıkla kemik iliği ve beyinle zenginleştirilmiş bitkilerle besleniyordu. Bu da, duygudaşlığın ve sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın 1,8 milyon yıl önce varolduğunu kanıtlayabilir. Bu konudaki araştırmalar hala devam ediyor.



Milyonlarca yıl önce bile sosyal yardımlaşma varmış.> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/sosyal-yardimlasma.jpg

2 Ekim 2013 Çarşamba

Garip bir gezegenimiz daha oldu!

Uzayda yaşam formu bulunan gezegen varmı yokmu gibi tartışmalar ve araştımalar sürerken bir garip gezenemiz daha oldu.


Uzayda olası akıllı canlıların yaydığı radyo sinyallerine dair izler bulmak amacıyla gönüllü kullanıcıların boşta kalan işlemci gücünü kullanan SETI@Home projesi, zaman içinde kanser araştırmalarından deprem analizlerine kadar pek çok yeni projeye ilham verdi. Bu yaklaşım, araştırma veya gözlem sonucu toplanan verilerin gönüllülerin kişisel bilgisayarlarına gönderilmesi ve verilerin bu bilgisayarlarlarda detaylı bir şekilde analiz edilerek sonuçların alınması ilkesine dayanıyor. Bu amaçla genellikle ekran koruyucu olarak görev yapan, yani bilgisayar bir süre boşta kalınca devreye giren programlar kullanılıyor.


İlginç olan ise bu girişimlerin ender de olsa somut sonuçlar ortaya koyabilmesi. Bunun bir örneği geçtiğimiz ay yaşandı. Einstein@Home projesi kapsamında bilgisayarlarının boşta kalan işlem gücünü bilimsel araştırmaları desteklemek için ayıran üç kullanıcı, geçtiğimiz ay gökyüzünde ender rastlanan atarca (pulsar) tipi bir yıldızın keşfedilmesine yardımcı oldu. PSR J2007+2722 adı verilen yıldız, saniyede 41 kez kendi etrafında dönüyor ve alışılmadık ölçüde zayıf bir manyetik alana sahip. Einstein@Home projesinde şu aralar 500 bine yakın gönüllü yer alıyor.



Garip bir gezegenimiz daha oldu!> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/gezegen.jpg

Kafanızı değiştirecekler

Sadece film olarak aklımızda kalan Frankenstein bilim alanında yaşanan gelişmelerle,  bu teorinin kısa zaman içerisinde hayata geçmek üzere olduğunu gösteriyor.


Şöyleki;


Frankenstein veya Modern Prometheus, Mary Shelley’nin yazdığı romandır. İlk kez İngilizce olarak 1818 yılında Büyük Britanya’da yayımlanmıştır. Birçok kez sinema ve tiyatroya da uyarlanmıştır.


Felsefi bir roman olan Frankenstein, daha çok korku romanı olarak hatırlanır. Bilinenin aksine Frankenstein yaratığın değil yaratıcısının adıdır.Yaratığın bir ismi yoktur. Romanda toplum dışına itilen, kendi savaşını veren ve bu savaşta yenilen farklı insanların acıklı öyküsü anlatılmaktadır.


Ve günümüzde;


İtalyan Nöroşirurji Uzmanı Sergio Canavero, kafa nakli ameliyatının iki yıla kadar başarılabileceğini belirtti.


Canavero, “Surgical Neurology International” dergisinde yayımlanan araştırmada, 1970′li yıllarda Dr. Robert White ve ekibinin maymunlar üzerinde yaptığı benzer deneyleri hatırlattı. Canavero, White ve ekibinin bir maymunun kafasını bedeninden ayırıp başka bir maymunun bedenine nakletmeyi başardığını, 8 gün sonra böbrek yetmezliğinden ölse de maymunun ameliyattan sonra bilincini geri kazandığını ve araştırmacıları ısırmaya çalıştığını vurguladı. Nöroşirurji Uzmanı Canavero, yakında insanların katıldığı araştırmalarda da geliştirdiği yöntemi uygulamak istediğini anlattı.  Canavero, nakil yapılacak kişinin kafasının alınarak, vücut ısısının düşürüleceğini, daha sonra donörden alınan kafanın nakledileceğini belirtti. Bilim insanı, hastanın ameliyattan sonra hayatta kalması durumunda, doku reddine karşı uzun bir tedavi göreceğine dikkati çekti. Ancak bu naklin önünde büyük engellerin bulunduğu ifade edildi. Ameliyat masrafının 10 milyon avro olacağının tahmin edildiği, yaklaşık 100 gönüllünün bulunmasının ve etik sorunların aşılmasının da güç olduğu kaydedildi.



Kafanızı değiştirecekler> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/kafanizi.jpg

1 Ekim 2013 Salı

Yaz saati uygulaması kalp için zararlı

Yaz saati uygulaması uyku düzeni bozukluğu ve biyolojik değişikliklere sebep olduğu için kalp krizi riskini arttırıyor.


Saatleri ileri almak hayat kurtarabileceği gibi hayatımıza da mal olabilir. Stockholm’daki Karolinska Üniversitesi’nden araştırmacılar İsveç’te 1987’den bu yana meydana gelen miyokard enfarktüsü oranlarını incelediler ve yaz saati uygulamasını takip eden ilk hafta içerisinde kalp krizi vakalarının %5 kadar arttığını gördüler. New England Journal of Medicine adlı derginin Ekim sayısında, kalp krizi vakalarındaki bu artışın uyku düzeni ve biyolojik ritim bozukluklarından kaynaklanabileceğini belirttiler.


Öte yandan, yaz saati uygulaması daha fazla insanın hava aydınlıkken araba kullanmasını sağlayarak trafik kazalarını önlemeye yardımcı olabilir. RAND şirketindeki ekonomistler Amerika’nın 28 yıllık araba kazası verilerini inceledi. Bu inceleme, 1986 yılında federal gün ışığından yararlanma yasalarında yapılan ve yaz saati uygulamasını Nisan ayının son Pazar gününden Nisan’ın 1’ine alan değişikliğin yayaların içinde bulunduğu trafik kazalarını %8 ila %11 oranında ve araçlardaki insanların yer aldığı kazaları %6 ila %10 oranında azalttığını gösterdi. İnceleme sonucunda elde edilen bulgular 2007 B.E Journal of Economic Analysis and Policy study (Ekonomik Analiz ve Politika çalışmaları dergisi)’nde yayımlandı.


Daha Fazla Metan Gazı


Bölgesel metan gazı salınımları Mars’ta yaşam olup olmadığına ilişkin gizemi yeniden gündeme getirdi.


Mars’ta bulunduğu ilk kez birkaç yıl önce keşfedilen metan gazı, gazın jeolojik hareketlerden mi, yoksa, daha da önemlisi Dünya’daki gibi yaşayan organizmalardan mı kaynaklandığını merak eden araştırmacıların ilgisini çekti. Metan gazına ilişkin yeni bulgular bu sorulara tam olarak bir açıklık getiremese de, en azından yeni çalışmalara yön veriyor.


NASA Goddart Uzay Uçuş Merkezi’nden J. Mumma ve meslektaşları zemine monte edilmiş teleskoplar kullanarak Kızıl Gezegen’in yüzeyinin yaklaşık %90’lık bir kısmını 3 Mars yılı (7 Dünya yılı) boyunca gözlemlediler. 2003 yılının yaz ayları boyunca büyük metan gazı salınımları kaydettiler ve bu salınımların gerçekleştiği bölgeleri saptadılar.


Araştırmacı J. Mumma, Science dergisinin Ocak sayısında yayınlanan çalışmasının önemini abartmamaya dikkat ediyor. Metan gazının gezegenin üst buzul katmanının altında yaşayan bakterilerin hareketliliğinden kaynaklanması mümkün gibi görünse de alt tabakalardaki kayalık katmanlarda sıkışmış su ile minerallerin gerçekleştirdiği reaksiyonlardan kaynaklanıyor olması da aynı derecede mümkün. Metan, aynı zamanda, geçmiş süreçlerin bir şekilde bir araya gelmiş, daha sonra da salınmış bir kalıntısı da olabilir. Yine de bilim insanları, Mars’taki metanın belirli bölgelerden geldiğini bildiklerinden gelecekte yapılacak araştırmalar için yeni kaynaklar arayabilir ve bu bölgelere yönelebilirler.


Hızlı Düşünün!


Hızlı Düşünmek İnsanları Mutlu Ediyor


Kötü bir gün geçiriyorsanız aklınıza iyi şeyler getirmeye çalışmayın. Sadece hızlı düşünün. Yeni yapılan bir araştırma hızlı düşünmenin moralinizi düzeltebileceğini öne sürüyor. Yapılan 6 deneyde, Princeton ve Harvard üniversitelerinden araştırmacılar, katılımcıların 10 dakika boyunca bir probleme bulabildikleri kadar çok çözüm önermeleri (kötü çözümler de dahil), bilgisayar ekranına yansıyan bir dizi fikri hızlı bir şekilde okumaları veya I Love Lucy adındaki bir video klibini hızlı çekimde izlemelerini sağlayarak katılımcıları hızlı düşünmeye yöneltti. Bir başka gruptaki katılımcıların ise benzer görevleri daha yavaş bir şekilde yapmaları sağlandı.


Araştırma sonuçları, hızlı düşünmenin katılımcıların daha mutlu ve yaratıcı olmasını sağladığını ortaya koydu. Bunun yanında, katılımcıların kendilerini enerjik ve güçlü hissetme seviyeleri, mutluluk ve yaratıcılık seviyeleri kadar olmasa da, bir artış gösterdi. Araştırmanın önde gelen isimlerinden Emily Pronin, kolay bir bulmaca çözmek veya bir fikirle ilgili beyin fırtınası yapmak gibi insanları hızlı düşünmeye yönelten etkinliklerin enerjimizi arttırıp içinde bulunduğumuz ruh halini iyileştirebileceğini belirtti.


Ancak Pronin, hızlı düşünmenin bazen olumsuz sonuçlar doğurabileceğini de vurguladı. Bipolar Duygudurum Bozukluğu olan hastalarda düşünce akışı çok hızlı gerçekleşebildiğinden manik tepkilere yol açabiliyor. Pronin ve bir meslektaşı, kendi yaptıkları araştırma ile yürütülen diğer araştırmaları dikkate alarak yazdıkları başka bir makalede, farklı şeyleri hızlı bir biçimde düşünmenin mutluluğu tetikleyebileceğini; ancak aynı şeyleri hızlı bir şekilde düşünmenin mutluluk değil kaygıya yol açabileceğini öne sürdü. (Aynı zamanda, farklı şeyleri yavaş bir biçimde düşünmenin genellikle meditasyonla bağdaşlaştırılan huzur dolu, sakin duyguları tetiklediğini; buna karşın aynı şeyleri yavaş bir biçimde düşünmenin enerji seviyesini düşürüp depresif düşüncelere yol açtığını da öne sürdüler.


Düşünce hızının moralimizi neden etkilediği belli değil. Ancak, Pronin ve meslektaşları kendi beklentilerimizin de bu denklemin bir parçası olabileceği görüşünde. Daha önce gerçekleştirilen araştırmalarda, genellikle insanların hızlı düşünmeyi iyi bir ruh hali ile ilişkilendirdiğini bulmuşlardı. Bu yaygın inanış, içgüdüsel olarak, hızlı düşünmenin moralimizin iyi olmasından kaynaklandığı çıkarımında bulunmamıza neden olabilir. Ayrıca, hızlı düşünmenin beyindeki zevk alma ve ödüllendirilme duygularıyla ilgili olan ve macerayı seven dopamin sistemini etkinleştirdiği de getirilen açıklamalar arasında.



Yaz saati uygulaması kalp için zararlı> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/kalp.jpg

İlginç Hurafeler

Bir genç askere giderken evden çıkmadan önce bir dilim ekmeğin yarısını yer, yarısını da geri bırakırsa, artık ekmek onu, çağıracağı için kazaya belaya uğramadan geri dönermiş.


Biri gurbete giderken arkasından su dökülürse hem kazaya uğramaz, hem de gurbetten çabuk dönermiş.


Bir kişi sabunu başka birine elden verirse, sabun acı olduğu için, acı olaylar görülürmüş veya iki kişi arasına düşmanlık girermiş.


Evliliğin ilk günü (gerdek gecesi) erkek veya kadın, hangisi önce uyursa o daha evvel ölürmüş.


Bir erkekle bir kadın evlendikleri zaman gerdek gecesi hangisi daha evvel diğerine tokat vurursa onun sözü daha çok dinlenirmiş.


Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.


Nar taneleri yere düşürülmeden yenilirse cennete girilirmiş.


Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmış ise, tarla sahibinin güneş doğmadan önce, tarlasının etrafını koşarak dolaşması gerekirmiş.


Otururken ayak sallanırsa alacaklı kapıya gelirmiş (Kıbrıs).


Ayakkabılar ters dönerse şeytan üzerinde namaz kılarmış (Kıbrıs).


Cenaze çıkan ev ile çevresindeki evlerin suları dökülmelidir. Çünkü Azrail kılıcını o sularda yıkar. Sular pislendiği için içilmez olur (Kıbrıs).


Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.


Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra “Bunu sana sattım” der ve kurban kestirir.


Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuğu yaşamaz.


Çocuğu yaşamayan kadın yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur.


Doğum yapan kadın yedigün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz.


Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir.


Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa albasmaz.


Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir (Kıbrıs).


Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur (Kıbrıs).


Gece ev süpürülürse fakirlik gelir, Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir, Gece tırnak kesilirse ömür kısalır (Kıbrıs).


Cenaze yıkanırken teneşirin altına dökülen su, bir şişeye konup habersiz sarhoşa içirilirse içkiyi bırakır.


Yeni doğan çocuğun ilk dışkısı yattığı odanın eşiğine veya beşiğinin altına konursa cadı zarar vermez, nazar da değmez.


Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış. (Buna bazı yerlerde cüher almak denilmektedir.)


Nazara uğrayan kişi, kuşkulandığı insanın saçından, ayakkabısından veya elbisesinden habersiz bir parça kesip yakarak dumanı ile tütsülenirse nazarı geçer.


Dişi ağrıyan bir kişi mezarlığa gider, mezar taşını ısırır, arkasına bakmadan geri gelirse ağrısı kesilir.


Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olurmuş.


Cuma günü çocuğun ayakları bir camii kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmazmış!


Erkek çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olurmuş (Kıbrıs).


Çocuğun boyu metre ile ölçülürse ömrü kısa olurmuş!


Sünnetsiz ölen çocuğun parmaklarından birinin kırılması gerekirmiş!


Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze (örtüye) sarılırsa tokgözlü olurmuş.


gibi daha yüzlercesi var.



İlginç Hurafeler> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/hurafe4.jpg

Hurafe Nedir?

Hurafe yada batıl hemen hemen herkesin duyduğu bildiği kelimeler. Farkında olmadan pek çoğumuzun hayatına yerleşmiş olan bir çok hurafe vardır.


Hurafenin tam olarak kelime anlamı şu şekildedir:

Hurafe (Arapça: خرافة), boş, batıl inanışlar; asılsız rivayetler ve efsaneler, dinde olmayan ve sonradan dine eklendiği belli olan (bidat) asılsız inançlar, uğursuzlukla ilgili inanışlar ve yorumlar. Olağan davranışları etkilemek ve tabiat düzenini değiştirmek için yapılan büyüler. Üfürükçülük ve yatırlardan medet ummak, muska ve nazarlıklarla değişim yaratmak.

Hurafe dediğimiz şey zamanla davranış biçimine dönüşmüş, kulaktan kulağa akla mantığa sığmayan duyumlardır. Bu konu daha önce hiç ilgimi çekmemişti. Hurafe ile ilgili ilk ciddi açıklamayı sınava girmek üzere olan kızıma yapmıştım. ”Her şey tamam da ben kırmızıya baktım.” diyerek üzüntüsünü dile getirmişti. Duyduğuna göre sınavdan önce kırmızıya bakarsa zihni kapanırmış ve başarısız olurmuş. Sonuç olarak o güne kadar girmiş olduğu bütün sınavlardan daha yüksek puan almıştı. Çocuklarımızı batıl inanışlar konusunda da yeterince bilgilendirmemiz gerekiyormuş. O kadar çok hurafe var ki saymakla bitmez.



Hurafe Nedir?> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/hurafe3.jpg

İlk teleskopun mucidi Galileo'dur

Çalışır olduğu bilinen en eski teleskoplar 1608 yılında Hans Lippershey imzasını taşıyordu. Buluşun sahibi olduğunu iddia eden isimler arasında Zacharias Janssen, Middelburg’da bulunan spekülatörler ve Alkmaar’lı Jacob Metius da bulunuyor.İlk teleskopların tasarımında konveks objektif merceğiyle birlikte bir de konkav öküler (küçük mercek) bulunuyordu. Galileo bu tasarımı bir yıl sonra, 1609′da kullandı. 1611′de Johannes Kepler bir konveks mercek ve bir konkav öküler ile nasıl daha güçlü bir teleskop yapılabileceğini açıkladı.1655 yılında ise Christiaan Huygens gibi astronomlar kendileri için bileşik mercekler kullanarak oldukça güçlü ancak sıradışı büyüklükte büyük ve kullanışsız Keplerian teleskoplarını inşa edebiliyorlardı.



İlk teleskopun mucidi Galileo'dur> Bilimsel Gerçekler http://www.bilimselgercekler.com/wp-content/uploads/2013/10/teleskop.jpg

İşte Türkiye’nin en büyük fotoğrafı

TÜRKİYE’nin en büyük dünyanın ise 10. büyük fotoğrafı İstanbul’da çekildi. Gigapanorama olarak adlandırılan teknikle üretilen fotoğraf için İstanbul yaklaşık 10 saat görüntülendi. Özel bir yazılımla birleştirilen ve 4935 kareden oluşan fotoğrafta kilometrelerce uzaklıktaki mekanlar bile net bir şekilde görülebiliyor. Fotoğrafı çeken Hasan Yazanel, gelecek yıl dünyanın en büyük fotoğrafını da yine İstanbul’da çekeceğini söyledi, Detaylar için Tıklayın…



İşte Türkiye’nin en büyük fotoğrafı

Mars'ta yaşam belirtisi umudu azaldı

Nasa tarafından Mars’ta ya mikrobik yaşam bulma umudu hızla tükeniyor, Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Mars gezegenindeki keşif aracı Curiosity’nin elde ettiği sonuçlar ‘Science’ dergisinde yayımlandı.


Curiosity, Kızıl Gezegen’de metan gazı bulunmadığını belirtti. Canlı organizmalar tarafından üretilen metan gazının bulunamaması, bilim insanları tarafından Mars’ta mikrobik yaşam araştırmaları adına ‘kötü haber’ olarak değerlendirildi. Araştırmanın proje yöneticilerinden biri, “Metan gazı için ne zaman yeni bir araştırmaya kalksak şimdi bulduk, bulacağız dedik. Ama maalesef her defasında hayal kırıklığına uğradık” açıklamasında bulundu ve şimdilik bir sonuca varamadıklarını ancak metan gazı araştırmalarına devam edeceklerini belirtti.


Bilim adamları daha önce de teleskoplar aracılığıyla yapılan gözlemlerde Mars’ta metan gazı olabileceğini iddia etmiş ve gezegende yaşamın olabileceğini öne sürmüştü. Mars’a yapılacak olası yolculuk kapsamında şimdiye kadar üretilen en gelişmiş robot olan Curiosity, 26 Kasım 2011′de uzaya fırlatılmış, 6 Ağustos 2012′de Kızıl Gezegen’deki Gale Krateri’ne inmişti. Curiosity, 12′den fazla kamerası, bir meteoroloji istasyonu, sondaj ve çevreyi incelemesine olanak sağlayan araçlarıyla Kızıl Gezegen’de hayata ilişkin kimyasal temel yapı taşlarını bulmaya çalışıyor.



Mars'ta yaşam belirtisi umudu azaldı

Denizdeki buzlanma yüzde 150 arttı

Küresel ısınmanın son dönemlerde gündemden düşmesi ile birlikte araştırmacılar yeni sonuçları yayınlamaya başladı , ortaya çıkan sonuçlar 2006 yılına göre denizdeki buzlanmanın hızla arttığını gösteriyor.


Antartika çevresindeki deniz buzlanması şu anda tam olarak 19,44 milyon km kare, uydudan alınan bu verilere göre denizdeki buzlanma rekor seviyede. Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi (NSIDC) uzmanları 2006 yılında yapılan tespitlerde ise bu oranın yaklaşık olarak 7,49 milyon km kare olduğunu ve buzlanmanın hızla devam ettiğini söylüyor


Savunma Meteorlojik Uydu Programı’nın bir parçası olarak Eylül sonunda yapılan mikrodalga görüntülemeler ile deniz buzlanmasındaki en yüksek genişleme tespit edildi.


NASA’ya göre rekor buzlanmanın sebebi, Antartika’da yükselen sıcaklığın neden olduğu güçlü rüzgarlar.



Denizdeki buzlanma yüzde 150 arttı

29 Eylül 2013 Pazar

Hurafeler

Bildiğiniz Bilmediğiniz Tüm Hurafeler...

Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/category/hurafeler

Ağaçlara sarılmak sağlığa iyi geliyor.

Ağaçlara Sarılınca sağlınıza iyi geleceğini biliyor muydunuz?
özellikle sonbahar aylarında yazın bitmesi, tatilin sona ermesi gibi psikolojik etkenlerin yoğun olduğu dönemlerde mutlaka deneyin, faydasını göreceksiniz.
Son araştırmalar ağaçlara sarılmanın insan sağlığına iyi geldiğini kanıtladı.
İlk başta kulağa garip geliyor olabilir.
“Bilim tarafından kör olanlar” adlı kitabın yazarı Mathew Silverstone...

Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/bilim-destekli-gercekler/agaclara-sarilmak-sagliga-iyi-geliyor.html

Dünyanın etrafını dolaşan ilk Macellan değilmiş!

Dünyanın etrafını dolaşan ilk insan Zenci Henry’dir
Ferdinand Macellan dünyanın etrafındaki turunu asla tamamlayamadı. 1521’de Filipinler’de henüz turun yarısındayken öldürüldü. Macellan 1511’de Portekiz’den çıkıp Hint Okyanusu’nu geçerek önce Uzakdoğu’yu ziyaret etti. Zenci Henry’yi 1511’de Malezya’daki bir köle pazarında buldu ve onu geldiği yoldan Lizbon’a götürdü. 1519’da çıkılan dünya turu...

Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/dogru-bildigimiz-yanlislar/dunyanin-etrafini-dolasan-ilk-macellan-degilmis.html

Bilimin kaynağı nedir?

Bilimin varolma sebeplerinden en önemlisi gerçekleri açığa çıkarmak ve ispatlamaktır. Bunu yaparken de kendine has bazı yöntemler kullanır ki bunlar da bilimsel çalışma yöntemleridir ve bilimin kaynağını oluştururlar.
Bilimin kaynağını özetlersek şöyle bir zincirde işler:
Gözlem-Hipotez-Gözlem-Gözden geçirilmiş Hipotez-Daha fazla gözlem.

Açıklama ve genellemelere bilimsel yöntem denen bir çeşit akılcı düzenleme ile ulaşılır. Bilimsel yöntemin temelinde sorular yöneltmek ve bu sorulara yanıtlar aramak yatmaktadır. Ancak bunlar gözlem ve deneylere...
Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/bilim-destekli-gercekler/bilimin-kaynagi-nedir.html

Beyinde ses ve görüntü aynı koda sahip

Beyinde ses ve görüntülerin aynı sinir hücresi koduna sahip olduğu ortaya çıktı.
Montreal Üniversitesi ve Montreal Nöroloji Enstitüsü’nden bilim adamlarının yaptığı araştırma, beyinde aynı sinir hücresi kodunun söz ve müzik gibi farklı sesler ile görüntüleri nasıl ayırdığını gösterdi.
Bilim adamları, beynin farklı müzik aletlerinin sesini, konuşmadaki kelimeleri ve çevredeki sesleri nasıl algıladığını anlamak üzere 3 saat katılımcılar üzerinde...

Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/bilim-destekli-gercekler/beyinde-ses-ve-goruntu-ayni-koda-sahip.html

Ölümsüzlüğe son 16 yıl kaldı

Bilimadamı Ray Kurzweil nanoteknoloji ve vücudun nasıl çalıştığının daha iyi anlaşılması sayesinde insanların 20 yıl içinde ölümsüz olabileceğini iddia etti.
Daha önce de yeni teknolojileri icat edilmeden önce tahmin eden 61 yaşındaki Amerikalı bilimadamı gen ve bilgisayar teknolojisinin inanılmaz bir hızla ilerlediğini söyledi.
Kurzweil teorik olarak bu ilerleme hızı dikkate alındığında hayati önemdeki organlarımızın...
Detaylar link: http://www.bilimselgercekler.com/bilim-destekli-gercekler/olumsuzluge-son-16-yil-kaldi.htmlhttp://www.bilimselgercekler.com/bilim-destekli-gercekler/olumsuzluge-son-16-yil-kaldi.html

Ispanakta sandığınız kadar demir yok…!

Yıllarca bizlere Ispanağın demir yönünden zenginliği anlatıldı, yersek temel reis gibi olacağımızı sandık hep ama ortada hesaba katılmayan bir yanlışlık vardı, Bu efsaneyi bitiren hata şöyle gerçekleşmiş: ıspanağın demir açısından zengin olduğu gerçeğinden ileri gelir. Fakat tam bu noktada bir hata yapılıyor, çünkü aslında ıspanakta sanıldığı kadar çok demir...
Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/dogru-bildigimiz-yanlislar/ispanakta-sandiginiz-kadar-demir-yok.html

Uçakta cep telefonu kullanabilirsiniz

Uçaklarda cep telefonu kullanmak uçuş emniyetini tehdit eder ve uçağın düşmesine sebep olur denirdi hep ama Federal Havacılık Kurulu bunun aslında böyle olmadığını düşünüyor.
Federal Havacılık Kurulu, 25 senedir her türlü elektronik cihazı radyo frekansının 100 katındaki parazit seviyelerinde test etti, fakat hiçbir sorun meydana gelmedi. Kurum, çalışan...

Detaylar Link: http://www.bilimselgercekler.com/dogru-bildigimiz-yanlislar/ucakta-cep-telefonu-kullanabilirsiniz.html

Körlük Tarih Oluyor


Oxford Üniversitesi araştırmacıları; farelerin gözüne, retinanın ışığa duyarlı bölgesini yeniden oluşturabilme yetisine sahip kök hücreleri naklettiler. Nakilden sonra tamamen kör olan fareler, yeniden görme duyularına kavuştular.
Oxford Martin School’da bulunan Oxford Kök Hücre Enstitüsünün desteklediği bir projede; araştırmacılar, daha önce ışığı ve karanlığı ayıramadıkları kaydedilen farelerin...
Detaylar Link:  http://www.bilimselgercekler.com/haberler/korluk-tarih-olabilir.html


28 Eylül 2013 Cumartesi

Körlük tarih olabilir

Oxford Üniversitesi araştırmacıları; farelerin gözüne, retinanın ışığa duyarlı bölgesini yeniden oluşturabilme yetisine sahip kök hücreleri naklettiler. Nakilden sonra tamamen kör olan fareler, yeniden görme duyularına kavuştular.

Oxford Martin School'da bulunan Oxford Kök Hücre Enstitüsünün desteklediği bir projede; araştırmacılar, daha önce ışığı ve karanlığı ayıramadıkları kaydedilen farelerin, işlemden sonra tıpkı normal görme yeteneğine sahip fareler gibi, ışıktan kaçıp karanlığı tercih ettiklerini gösterdiler.

Araştırmacılar, bu çalışmanın görme duyusunun onarılmasında hücre naklinin potansiyelini gösterdiğine inanıyorlar. Ayrıca retinadaki ışığa duyarlı hücrelerin tedrici olarak ölmesiyle kalıcı körlüğe yol açan gece körlüğü yani retinitis pigmentoza hastalığının tedavisinde de bu çalışmanın faydasına işaret ediyorlar.

Araştırma Oxford Üniversitesi bünyesindeki Nuffield Department of Clinical Neurosciences'dan Prof. Robert MacLaren ile Singapur ulusal üniversite hastanesinde bir göz operatörü olan Dr. Mandeep Singh tarafından yönetilmektedir. Dr. Singh aynı zamanda Oxford üniversitesinde doktora çalışmalarını da yürütmektedir. Bulgular PNAS adlı bilim bülteninde yayınlanmıştır.

Araştırmacılar retinada bulunan ışığa duyarlı fotoreseptör hücrelerinin tamamen yitirilmesi nedeniyle kör olmuş fareler üzerinde çalıştılar. Çünkü bu fare modeli gece körlüğü-retinitis pigmentoza tedavisi gören hastalara en uygun modeldi.

İki hafta sonra araştırmacılar göze nakledilen kök hücrelerin retina üzerinde ışığı tam olarak tespit edebilen bir tabakayı yeniden oluşturduğunu ve farelerin görebildiklerini gösterdiler. Farelere uygulanan  bir pupilla konstriksiyon –büzülme testi; hücre transplantasyonu yapılan 12 fareden 10 tanesinin ışığa tepki gösterdiğini ve gelişmiş pupilla konstriksiyonu sergilediğini ortaya koydu. Bu da farenin retinasının ışığı algıladığını bir kez daha göstermekte ve bu algı optik sinir vasıtasıyla beyne iletilmektedir. Kullanılan fare kök ya da "öncül" hücreleri retina hücrelerine doğru gelişmeye yönelik ilk yoldaydılar. Dr. Singh konuyla ilgili şunları söylüyor:

"Eğer yeterince hücreyi beraber nakledebilirsek, o hücrelerin sadece ışık algısını değil anlamlı görüntü oluşturmaya yarayan bağlantıları da rejenere edebileceklerini keşfettik."

İnsanlardaki körlüğü gidermek için potansiyel hücre tedavi yöntemlerini geleceğe yönelik değerlendiren Prof. MacLaren konuyu şu şekide açıklıyor:

"Biz iPS yani indüklenmiş pluripotent kök hücreleri kullanmak istiyoruz. Bunlar tıpkı deri ya da kan hücreleri gibi hastanın kendisinden üretilen kök hücrelerdir ve bunlar daha sonra retina hücrelerinin öncüllerini oluşturmak üzere yönlendirileblirler. Bütün adımlarımız bu nakli gelecekte hastalar üzerinde de gerçekleştirmek için atılmaktadır. Bunda sonraki adım, hastanın böyle nakillerde kullanılabilecek güvenilir hücre kaynağını bulmaktır. Hücre transplantasyonu ile retinanın ışığa duyarlı tabakasının tümünü yeniden yapılandırma yetisi körlük tedavisi için kök hücre çalışmalarının nihai hedefidir ve bütün çalışmalarımız bu amaca yöneliktir."

Johann Gregor Mendel

Johann Gregor Mendel 22 Temmuz 1822 Heinzendorf'ta doğdu (bugünkü Çek Cumhuriyeti), 6 Ocak 1884 Brünn'de öldü (bugünkü Çek Cumhuriyeti); genetik biliminin kurucusu, Avusturyalı botanik bilgini ve rahiptir.
Kalıtım biliminin öncüsü botanikçi, bitkiler üzerine yaptığı çalışmalarda, bir türün özelliklerinin kalıtım yoluyla sonraki kuşaklara aktarıldığını bulmuştur. Mendel'in öne sürdüğü ilkeler, 20. yüzyılın başlarında yapılan deneylerle doğrulandıktan sonra, kalıtım kuramının bütün canlılar için geçerliliği saptanarak, biyolojinin temel ilkelerinden biri haline gelmiştir.

Küçük yaşlarda bahçe işleriyle uğraşmaya başlayan Mendel, üniversite öğreniminden sonra bir din adamı olarak Moravya'da yaşamını sürdürdü. Bu arada bitkiler üzerinde pek başarıya ulaşamayan bazı incelemelerde bulundu.
1854'te Brünn'e dönerek bir teknik lisede öğretmenlik yapmaya başladı. Daha öncede öğretmenlik sınavlarına girmiş ancak başarılı olamamıştı. 19. yüzyılın ortalarında Darwin'in doğal ayıklanma kuramının yayıldığı sıralarda canlı bir türün özelliklerinin kendisini izleyen döllere nasıl aktarabildiği sorunu yeni bir yoğunlukla ortaya çıkmıştı.

Biyoloji bilginleri özellikle bitkibilimciler harcadıkları çabalara karşın bu sorunu aydınlatamıyorlardı. Daha sonraları genetiğin babası olarak kabul edilecek Mendel, aynı sorunla ilgili deneylere 1858’de başladı ve araştırmalarının ancak 8 yıl sonra sonuca ulaştırabildi. Başarısı, incelediği konuya elverişli olan yönteminden kaynaklandı. Mendel bir yandan farkların az ve son derece belirgin olduğu bitki çeşitlerini (dev ya da cüce, düz ya da kırışık bezelyeler) ayırmayı öte yandan aktarılan özelliklere göre sayısal ilişkileri araştırmada istatistiğin henüz yerleşmiş bir bilim dalı olmadığı bir dönemde istatistik yöntemini benimsemeyi bildi.

Bezelyelerle yaptığı deneylerde bitkinin uzun boylu ya da cüce, çiçeklerin ve yaprak koltuklarının renkli ya da renksiz, tohumlarının sarı ya da yeşil, düzgün ya da buruşuk olması gibi karşıt özelliklerden birini kuşaklar boyu taşıyan saf soylar elde etmeyi başardı. Ardından bunları kendi aralarında çaprazladı. Sonuçta gözle görülür ölçüde belirgin olan bu iki seçenekli özelliklerin saf soylar ile melez döllerde temel kalıtım birimleri aracılığıyla ortaya çıktığını ve her özellik için bir çift genin bulunduğunu öne sürdü.

Mendel tüm bunları basit istatistiklerle değerlendirdi. Bu Mendel yasaların temel ilkesi melez döllerin üreme hücrelerinde yarısı anadan yarısı babadan alınmış kalıtım birimlerinin bulunmasıdır.

Nicolas Tesla

Nikola Tesla 1856 yılında Hırvatistan'da dünyaya geldi. İnanılmaz bir hafızası vardı. Altı dili çok rahat konuşabiliyordu. Gratz'daki Bilim Enstitüsü'nde 4 sene Matematik, Fizik ve Mekanik okudu. Ama onun esas ilgi alanı elektrik oldu.

O dönemlerde elektrik henüz emekleme dönemini yaşayan çok yeni bir bilim dalı durumundaydı. Babası papazdı. Hiçbir zaman okuyup yazamamasına rağmen, annesi halk arasında pratik ev aletleri mucidi olarak bilinirdi. Ona göre Tesla, yaratıcı dahi olmaya adaydı.
Papaz olması için babasının zorlamasına karşı çıkarak, genç Tesla, mühendislik mesleğinde ısrar etti.
Annesi de onu destekledi, fizik ve matematikte bilgisini arttırırken Graz'daki Politeknik okuluna girdi ve Prag Üniversitesi'nde eğitimine devam etti. Yabancı teknik eserleri okuyabilmek için, orada, yabancı dil kursuna devam etti.

Anadili olan Sırpça ve ailece bildikleri Almancaya ek olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyancayı da öğrendi.
Prag'daki tahsilini 1880'de bitirdikten sonra, Budapeşte'de lisans üstü yaparken, profesörüyle alternatif akımın özelliklerini tartıştı. Sonra bir Paris telefon şirketinde çalışmaya başladı. Burada doğru akım motorları ve dinamolar konusunda geniş ve önemli tecrübeler edindi.
Oradayken çalıştığı döner makineleri korumak için regüle edici kontrol cihazları icat etti.
Akkor telli ampul daha icat edilmemişti bile. Tesla 1884 yılında ABD'ye geldi

Tesla dünyanın ilk hidroelektrik santralinin de mucidiydi. Niagara Şelalesi'nin üzerinde kurulu olan ilk hidroelektrik santral, "Tesla" imzasını taşıyordu.
Otomobillerde kullanılan ilk hızölçeri de Tesla icat etti. Ömrü boyunca 800 icadın patentini aldı.87 yaşında hayata veda etti.

Arşimet

Eski çağın en büyük matematikçisi ve mucidi olan Arşimet Sicilya Adası’nda bir Yunan kenti olan Siracusa’ da doğdu. Öklit’in İÖ yaklaşık 300’de Mısır’daki İskenderiye’de kurduğu okulda öğrenim gördükten sonra Siracusa’ya dönerek geometri ile uğraştı.Bilgisini günlük yaşamda karşılaştığı sorunların çözümüne uygulayarak mühendisliği sağlam matematiksel temellere oturtan ilk bilim adamı olmuştur.

Araştırmalarının çoğunu Siracusa Kralı 2. Hieron’un hizmetindeyken geçekleştiren Arşimet’in çalışmalarına ve buluşlarına ilişkin pek çok öykü anlatılır. Bunlardan en ünlüsü kralın yeni tacının saf altından olup olmadığını araştırmasıyla ilgili olandır. Öyküye göre araştırmasını tacı parçalamadan yapmak zorunda olan Arşimet bu konuda bir süre düşünmüşama sorunun yanıtını ancak bir gün hamama gittiğinde bulabilmiştir. Yıkanmak üzere havuza girdiğinde suyun taştığına dikkat eden Arşimet o anda çözümü bulduğunu anlar.

Hamamdan dışarı fırlayıp “Buldum! Buldum! Buldum!” diye bağırarak caddelerde koşmaya başlar.Arşimet’e göre eğer taç saf altından yapılmışsa mekanda aynı ağırlıktaki saf altın kadar yer kaplaması gerekiyordu. Taç ve aynı ağırlıktaki saf altın sırayla su dolu bir kaba konulduklarında taşıracakları suyun miktarı yada hacmi eşit olmalıydı. Arşimet yaptığı deneyin sonucunda bu miktarların eşit olmadığını belirledi; kral aldatılmıştı. Bu basit deneyle Arşimet cisimlerin göreli yoğunluklarını keşfetti.

Ayrıca kaldıraç yasasını da ortaya koyan Arşimet ağır bir cismin ağırlık merkezine uygulanacak bir kuvvetle yerinden oynatabileceğini gösterdi. Onun “Bana bir dayanak noktası gösterin Dünya ’yı yerinden oynatayım”dediği de söylentiler arasındadır. Arşimet Roma ve Kartaca arasındaki uzun ve acılı bir savaş döneminde yaşadı. Kral Hierro’nun Kartacalılar’ı desteklemesi üzerine İÖ 214’ te Claudius Marcellus komutasındaki Roma ordusu Siracusa’yı kuşattı. Arşimet bir çok savaş aracı yaparak kralın kuşatmaya karşı koymasına yardımcı olmuştur. Bir söylentiye göre Arşimet dev aynalar yardımıyla güneş ışınlarını Roma gemilerinin yelkenlerine odaklayarak onları yakmıştır. Sonunda Marcellus Siracusa’yı ele geçirdi; Arşimet ise bir Romalı asker tarafından öldürüldü.

Alfred Bernard Nobel

Alfred Bernhard Nobel (21 Ekim 1833, Stockholm, İsveç – 10 Aralık 1896, San Remo, İtalya), İsveçli kimyager ve mühendis, dinamit’in mucidi.

Nitrogliserin’i patlayıcı madde olarak kullanma yollarını araştırdı. 1863 yılında Stockholm’de az miktarda nitrogliserin yapmaya başladı. Birkaç ay süren araştırmaların sonunda bir patlama ile laboratuvar yıkıldı. Çalışmalarına devam eden Alfred Nobel 1865′te yeni bir fabrika kurdu, bir süre sonra ikinci fabrikasını da açtı. 1864 yılında araştırmalarının sonucunu aldı ve dinamit barutunu buldu. Araştırmalarına devam eden Nobel, 1877′de Balistit adını verdiği yeni bir çeşit barut tasarladı. 1879′da, Paris yakınlarındaki Servan’da bir laboratuvar kuran Nobel, buradaki çalışmaları sırasında dumansız barut adını verdiği ve eşit miktarlarda nitrogliserinle nitroselüloz karışımından oluşan, itici barutu buldu.

Birkaç yıl sonra kordit adlı patlayıcı madde konusunda İngiliz hükümeti aleyhine dava açtı, ancak davayı kaybetti. Bu dönemde Fransa‘ya karşı kurulan bir ittifakta İtalya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhindeki kampanyalar sonucunda Paris’i terk ederek İtalya’nın San Remo şehrine yerleşti, laboratuvarını da oraya taşıdı.
Nobel, San Remo’da 1896 yılında beyin kanaması sonucu öldü. Vasiyetinde, mirasının Nobel Ödüllerinin enstitüleştirilmesi yönünde kullanılmasını ve 33.200.000 kronunun her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulmasını istemiştir.

Bu ödüller, fizik, kimya, tıp ya da fizyoloji, edebiyat ve barışa hizmet olmak üzere toplam beş dalda verilecekti. Nobel’in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yarattı. Ancak 1900 yılında İsveç hükümetinin Nobel Vakfı’nı kurmasıyla, Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlandı. Daha sonra 1968′de İsveç Bankası Alfred Nobel’in anısına bir ekonomi ödülü vermeyi kararlaştırdı, ödül ilk kez 1969′da verildi.

Sentetik bir element olan Nobelium onun anısına bu isim ile anılmıştır.

Enrico Fermi

Enrico Fermi 29 eylül 1901′de Roma’da doğdu. Babası polis şefi Alberto Fermi'dir. Ilk olarak dil bilgisi okuluna kaydoldu. Onun ilk matematik ve fiziğe olan yeteneğini keşfeden ve destekleyen babasının arkadaşlarından A. Amidei olmuştur. 1918′ de Pisa Üniversitesinin bursunu kazandı. Pisa Universite’sinde 4 yıl kaldıktan sonra 1922′ de professör Puccianti’den doktorasını aldı.

Bir yıl sonra 1923′de İtalyan hükümetinden burs kazandı. Ve Göttingen'de professör Max Born’ la birkaç ay birlikte çalıştı. Rockefeller bursuyla 1924′de Leyden’e P. Ehrenfest’le birlikte çalışmaya gitti. Aynı yıl Florence üniversite’ sinde matematiksel fizik dersleri vermek için Italya’ya gitti.

1926′da Fermi günümüzde Fermi istatistiği olarak bilinen Pauli parçaçıklarının istatistiğini keşfetti. Bose-Einstein istatistiğine göre hareket eden bosonların tersine, bu parcacıklar fermion olarak bilinir. 1927′de Fermi, Roma üniversite’sinde teorik fizik profesörü oldu.Bu görevini 1938′ de Mussolini’ nin faşist diktatörlüğünden kaçıp Amerika’ya göç edinceye kadar sürdürdü(Nobel ödülünü aldıktan hemen sonra).

Roma’daki ilk yıllarında kendini elektromanyetik problemlerin çözümüne ve bazı spectroskopik olayların teorik olarak açıklamasına verdi. Fakat asıl ilerlemesini çalışmalarını elektron ve atom çekirdeği üzerine yaptığı zaman gerçekleştirdi.1934′de Beta bozumu Teorisini geliştirerek Pauli’nin radyasyon Teorisi ile birleştirdi. Curie ve joliot’ un yapay radyasyonu keşfinden sonra notron bombardımanına tutulan aşağı yukarı her elementin nükleer dönüşüme tabi olduğunu keşfetti. Bu araştırma, yavaş notronların ve Nükleer Fission’un keşfine, ayrıca o zamana kadar periyodik tabloda bilinen elementlerden farklı elementlerin bulunmasına yol açtı.

1938′de Fermi tartışmasız notronlar konusunda en iyiydi. Bu çalışmalarına Amerika’da da devam etti. Amerika’ya varışından hemen sonra Columbia Universite'sine fizik profesörü olarak atandı. Hahn ve Strassmann’nin 1939′un başlarında fission’u keşfinden sonra ikincil notronların yayılma ve zincirleme reaksiyon olasılığını hesapladı. Bu çalışmalarına büyük bir istekle devam etti ve birçok deneyden sonra kontrol altındaki ilk zincirleme reaksiyonu gerçekleştirdi. Bundan sonra atom bombası yapımındaki sorunların aşılmasında önemli rol oynadı, Manhattan Projesi liderlerinden biriydi.

1944′de Fermi Amerikan vatandaşı oldu. II. dünya savaşından sonra 1954′ de ölümüne kadar sürecek olan nükleer çalışmaları için Chicago Universite ‘sinden profesörlük teklifini kabul etti. Burada yoğunluğunu yüksek enerji fiziğine verdi ve pion-nucleon etkileşimi çalışmalarına öncülük etti. Yaşamının son yıllarında Fermi kozmik ışınların kaynağını araştırmakla geçirdi.Sonunda kozmik ışınların çok büyük enerji kaynakları olduğunu gösteren bir teori geliştirdi.

Fermi’nin teorik ve deneysel fiziği konu alan bir çok yayımı vardır. Bunlardan bazıları ,elektronik gazların istatistiğinin hesabı ve Paul’i parçacıklarından oluşan gazları konu alan “Sulla quantizzazione del gas perfetto monoatomico”, Rend. Accad. Naz. Lincei, 1935, Atomun istatistiksel modelini(Thomas-Fermi atom modeli) ve atomik özelliklerin hesaplanmasında yeni bir yaklaşımı(semiquantitative method) inceleyen Quantentheorie und Chemie, , Leipzig, 1928, “Uber die magnetischen Momente der AtomKerne”, Z. Phys., 1930, “Tentativo di una teoria dei raggi ß”, Ricerca Scientifica, 1933 sayılabilir.

Ona Nobel ödülü yavaş notronların yarattığı radyasyon ve nükleer enerji alanındaki çalışmalarından dolayı verildi. Profesör Fermi Laura Capon ile 1928′de evlendi.Giulio adında bir oğlu Nella adında bir kızı vardır. Boş zamanlarında yürümeyi,tırmanmayı ve kış sporlarını severdi. 29 kasım 1954′de Chicago’da öldü.

Sir Isaac Newton

Sir Isaac Newton 4 Ocak 1643'te İngiltere'nin Lincolnshire kentinde doğdu. Çiftçi olan babasını doğumundan üç ay önce kaybetmişti. Annesi ikinci kez evlendi. İkinci evlilikten üç üvey kardeşi olan Isaac anneannesinde kalıyordu. On iki yaşında Grantham'da King's School'a yazılan Newton, bu okulu 1661'de bitirdi. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi'ndeki Trinity Kolej'e girdi. Nisan 1665'te bu okuldan lisans derecesini aldı. Lisansüstü çalışmalarına başlayacağı sırada ortalığı saran veba salgını yüzünden üniversite kapatıldı.


Salgından korunma amacıyla annesinin çiftliğine sığınan Newton, burada geçirdiği iki yıl boyunca en önemli buluşlarını gerçekleştirdi. 1667'de Trinity Kollej'e öğretim üyesi olarak döndüğünde diferansiyel ve integral hesabın temellerini atmış, beyaz ışığın renkli bileşenlerine ayrıştırılabileceğini saptamış ve cisimlerin birbirlerini, uzaklıklarının karesi ile ters orantılı olarak çektikleri sonucuna ulaşmıştı. Çekingenliği yüzünden Newton her biri bilimde devrim yaratacak nitelikteki bu buluşların çoğunu uzun yıllar sonra (örneğin türev ve integral hesabı 38 yıl sonra) yayınlamıştır.

Lisansüstü çalışmasını ertesi yıl tamamlayan Newton 1669'da henüz 27 yaşındayken Cambridge Üniversitesi'nde matematik profesörlüğüne getirildi. 1671'de ilk aynalı teleskopu gerçekleştirdi, ve ertesi yıl Royal Society üyeliğine seçildi. Royal Society'e sunduğu renk olgusuna ilişkin bildirisinin eleştirilere hedef olması, özellikle Robert Hooke tarafından şiddetle eleştirilmesi üzerine Newton tümüyle içine kapanarak, bilim dünyasıyla ilişkisini kesti.

1675'de optik konusundaki iki bildirisi yeni tartışmalara yol açtı. Hooke makalelerdeki bazı sonuçların kendi buluşu olduğunu, Newton'un bunlara sahip çıktığını öne sürdü. Bütün bu tartışma ve eleştiriler sonucunda 1678'de ruhsal bunalıma giren Newton ancak yakın dostu ünlü astronom ve matematikçi Edmond Halley'in çabalarıyla altı yıl sonra bilimsel çalışmalarına geri döndü.

Cambridge Üniversitesi'nde Katolikliği yaygınlaştırma ve egemen kılma çabalarına karşı başlatılan direniş hareketine öncülük eden Newton, kral düşürüldükten sonra 1689'da üniversitenin parlamentodaki temsilciliğine seçildi. 1693'de yeniden bir ruhsal bunalıma girdi ve yakın dostlarıyla, bu arada Samuel Pepys ve John Locke ile arası bozuldu. İki yıl süren bir dinlenme döneminden sonra sağlığına yeniden kavuştuysa da bundan sonraki yaşamında bilimsel çalışmaya eskisi gibi ilgi duymadı. Daha sonra 1699'da Fransız Bilimler Akademisi'nin yabancı üyeliğine 1703'de Royal Society'nin başkanlığına seçildi.

Gelmiş geçmiş bilim adamlarının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen Isaac Newton, matematik ve fizikte çok önemli buluşlar gerçekleştirdi. Matematikte (a+b)ª ifadesinin üstel seriye açınımını veren genel iki terimli teoremini buldu. Newton'un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezi Kuvvet yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütleçekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır.

Newton yaptığı çalışmalarda bazı hesaplamaların içinden çıkamayınca kendi bulduğu formüllere uyması için bazı varsayımlar ortaya atmak zorunda kalmıştır. Kendisi de bu varsayımların hatalı olduğunu bilmesine rağmen bunları kullanmak zorunda kalmış. İlerleyen yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla Newton'un bu hataları tespit edilmiştir. Ama yine de yaptığı çalışmalara kıyasla bunlar göz ardı edilmiştir.Isaac Newton bu çalışmaları ile ün kazanmıştır.

Marie Sklodowska Curie

Maria Sklodowska Curie, dünyanın en iyi tanıdığı Polonyalı bilim kadınıdır. Radyoaktiviteyi bize kazandiran kişi... Özellikle Polonyum ve Radyum elementlerini bulan ve 2 kez Nobel kazanan bilim kadını olarak tarihe geçmiştir. Onun çalışmaları ve buluşları sonradan gelen insanlara ilham kaynağı olmuş ve özellikle radyum elementini buluşu, madde hakkında varolan düşüncelerin değişmesini sağlamıstır.

Marie Curie, fizikçi olan Pierre Curie ile evlenmiş ve bilim hayatlarına beraber davam etmişlerdir. Hatta ilk Nobel Ödülünü beraber kazanmışlardr. Ancak Pierre Curie bir gün at arabasının altında ezilerek hayata veda etmiştir. Bu olaydan sonra artık Madam Curie araştırmasina tek başına devam etmiştir.

0.1 gram saf radyumkloruru elde edebilmek icin 3 yıldan fazla uğraştı. Sonunda istediğini elde etti. Ancak saf olan bir polonyum bileşiğini hic izole edemedi, çünkü polonyumun yarılanma ömrü sadece 138 gündü. O, bu maddeleri elde etmeye çalışırken, bildiğimiz ayırma yöntemlerini kullanıyordu kısacası uranyum ile yatıp uranyumla kalkıyordu. Maruz kaldığı radyasyon sonucu da 1934 yılında kanserden öldü.

Uçakta cep telefonu kullanabilirsiniz

Uçaklarda cep telefonu kullanmak uçuş emniyetini tehdit eder ve uçağın düşmesine sebep olur denirdi hep ama Federal Havacılık Kurulu bunun aslında böyle olmadığını düşünüyor.

Federal Havacılık Kurulu, 25 senedir her türlü elektronik cihazı radyo frekansının 100 katındaki parazit seviyelerinde test etti, fakat hiçbir sorun meydana gelmedi. Kurum, çalışan elektronik cihazlarla uçağın düşmesi arasında bir bağlantının kanıtlanmadığını açıkladı. Bu nedenle havayolu şirketleri bu konudaki politikalarını kendileri belirliyorlar. Uçuş sırasında cep telefonunuzu kullanırsanız uçuş ekibiyle çatışma riskini almış olursunuz ancak uçak düşmez. Bundan dolayı kimi havayolu şirketleri, uçuş sırasında cep telefonu kullanımını serbest bırakmaya başladılar.

Tabi siz yinede tartışmalara mahal vermemk için havayolu şirketinin politikalarına uysanız daha iyi olur, belki 5-10 yıl sonra uçakta cep telefonunuzla rahat rahat konuşabilirsiniz.

Ispanakta sandığınız kadar demir yok...!

Yıllarca bizlere Ispanağın demir yönünden zenginliği anlatıldı, yersek temel reis gibi olacağımızı sandık hep ama ortada hesaba katılmayan bir yanlışlık vardı, Bu efsaneyi bitiren hata şöyle gerçekleşmiş: ıspanağın demir açısından zengin olduğu gerçeğinden ileri gelir. Fakat tam bu noktada bir hata yapılıyor, çünkü aslında ıspanakta sanıldığı kadar çok demir bulunmaz. Bu efsane bir el yazısı hatasından kaynaklanmaktadır. 1870'de bir doktor ondalık işaretini yanlış yere koyduğu için, ıspanağı olduğundan on kat fazla demir içeriyor gibi göstermiş oldu.

Tabiki ıspanak faydasızda denemez, özellikle bağırsak problemleriyle boğuşanların lifli yiyecekler ve sebze tüketmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz, işte bu noktada ıspanak oldukça faydalı bir besin olacaktır.

25 Eylül 2013 Çarşamba

Ölümsüzlüğe son 16 yıl kaldı

Bilimadamı Ray Kurzweil nanoteknoloji ve vücudun nasıl çalıştığının daha iyi anlaşılması sayesinde insanların 20 yıl içinde ölümsüz olabileceğini iddia etti.

Daha önce de yeni teknolojileri icat edilmeden önce tahmin eden 61 yaşındaki Amerikalı bilimadamı gen ve bilgisayar teknolojisinin inanılmaz bir hızla ilerlediğini söyledi.

Kurzweil teorik olarak bu ilerleme hızı dikkate alındığında hayati önemdeki organlarımızın nanoteknoloji kullanılarak yenilenmesinin 20 yıl içersinde mümkün olabileceğini söyledi.

Kurzweil bu iddialarının abartılı gibi görünebileceğini ama suni pankreas ve sinir implantasyonunun hali hazırda mümkün olduğunu da sözlerine ekledi.

Kurzweil bu teorisine "Artan Getiri Kanunu" adını veriyor.

İngiliz The Sun gazetesinde bu konuda bir yazısı yayımlanan Kurzweil, “Ben ve birçok başka bilim adamı 20 yıl içersinde vücutlarımızı yeniden programlama imkanına erişmiş olacağımıza inanıyoruz. Böylece yaşlanmayı durdurup, geri çevirebileceğiz. İşte o zaman nanoteknoloji sayesinde sonsuza dek yaşayabileceğiz” dedi.

Eninde sonunda kan hücrelerinin yerini nanostromaların alacağını ve bunların görevlerini kan hücrelerinden bin kat daha etkin bir şekilde yapacağını kaydeden Kurzweil, “25 yıl içinde de olimpiyatlarda 15 dakika boyunca tek bir nefes dahi almadan koşabiliecek ya da saatlerce oksijensiz sualtı dalışı yapabileceğiz” dedi.

Kurzweil, “Biyonik kalp kullanımı yaygınlaşacak ama bu avantajı kullanmayanlar kalp kirizi geçiriyor olsalar bile kan stromları sayesinde hayatta kalıp küçük bir operasyon geçirmek üzere sakin bir şekilde arabalarını kullanarak doktorlarına gidebilecekler” diye yazdı.

Beyinde ses ve görüntü aynı koda sahip

Beyinde ses ve görüntülerin aynı sinir hücresi koduna sahip olduğu ortaya çıktı.
Montreal Üniversitesi ve Montreal Nöroloji Enstitüsü'nden bilim adamlarının yaptığı araştırma, beyinde aynı sinir hücresi kodunun söz ve müzik gibi farklı sesler ile görüntüleri nasıl ayırdığını gösterdi.

Bilim adamları, beynin farklı müzik aletlerinin sesini, konuşmadaki kelimeleri ve çevredeki sesleri nasıl algıladığını anlamak üzere 3 saat katılımcılar üzerinde fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) sistemini kullandı.

Araştırmaya imza atanlardan Marc Schonwiesner, beynin sesleri ve farklı görüntüleri kodlamak için aynı yöntemi kullandığını belirtti. Schonwiesner, kişinin aynı nesneye ait sesi ve görüntüleri daha kolay birleştirdiğini de ifade etti.

İkinci aşamada, beynin rock parçasındaki davul ile bir senfonideki çalgıların sesi veya Fransızca ya da İngilizce bir konuşma arasındaki farkı nasıl "bulduğu" araştırılacak.

Bilim adamları, onlarca yıllık çalışma gerekse de bu aşamanın da tamamlanmasıyla bir gün fMRI'nin okunmasıyla kişinin duyduğu şarkının yeniden "yazılabileceği" ve ardından uykudaki beyin faaliyetlerinin kaydedilerek, rüyaların "resmedilebileceği" umudunu taşıyor.

Araştırma Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisi ve Fransız Le Nouvel Observateur dergisinin internet sitesinde yayımlandı.

Bilimin kaynağı nedir?

Bilimin varolma sebeplerinden en önemlisi gerçekleri açığa çıkarmak ve ispatlamaktır. Bunu yaparken de kendine has bazı yöntemler kullanır ki bunlar da bilimsel çalışma yöntemleridir ve bilimin kaynağını oluştururlar.
Bilimin kaynağını özetlersek şöyle bir zincirde işler:
Gözlem-Hipotez-Gözlem-Gözden geçirilmiş Hipotez-Daha fazla gözlem.

24 Eylül 2013 Salı

Darwin'in çiçekleri deneyi

Charles Darwin'in dünya çapındaki deneylerini bilmeyen yoktur sanırım, işte bu deneylerden en önemli olanı Darwin, Galapagos Adaları'nda gerçekleştirmişti. Bu gözlemlerin ardından İngiltere'ye döndüğünde ise pek az kişi Darwin'in orkideler üzerinde yoğunlaşan deneylerinin farkındadır.

Bu deneyinde, çeşitli yabani orkide türlerini yetiştiren ve gözlemleyen Darwin, karmaşık orkide şekillerinin çeşitli böcek türlerini cezbederek polenlerini taşımalarını sağladıklarını fark etti. Orkidelerin cezbettiği her böceğin, tek bir orkide cinsinin polenlenmesine uygun biçime sahip olduğunu gözlemleyen Darwin araştırmasını, nektarını 30 cm derinlikte saklayan tükürük orkidesi üzerinde yoğunlaştırdı.

Bu derinlikteki nektara ulaşabilecek yapıya ve uçuş yeteneğine sahip tek böcek olan pul kanatlı güveleri inceleyen Darwin, topladığı bilgiler doğrultusunda doğal seçilim kuramını ortaya atmıştır.

Albert Einstein

Modern fiziğin kuramlarının oluşmasında büyük katkıları olan Albert Einstein'nın en bilinen teorilerinden biri İzafiyet Teorisi'dir. Döneminde tartışmalara sebebiyet vermiş bu kuram ile uzay-zaman kavramları yeni şeklini almıştır. Avrupa ve Amerika'da birçok üniversitede fizik, tıp ve felsefe alanlarında onursal doktora almaya hak kazanmıştır. 1921 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü alan Einstein, bunun dışında birçok ödül ve nişan almıştır. Bunlar arasında Copley Nişanı(1925) ve Franklin Nişanı(1935) da bulunmaktadır. Ayrıca "Time" dergisinde yapılan "Yüzyılın İnsanı" adlı ankette "Yüzyılın İnsanı" seçilmiştir.

Dünyanın etrafını dolaşan ilk Macellan değilmiş!

Dünyanın etrafını dolaşan ilk insan Zenci Henry'dir

Ferdinand Macellan dünyanın etrafındaki turunu asla tamamlayamadı. 1521’de Filipinler’de henüz turun yarısındayken öldürüldü. Macellan 1511’de Portekiz’den çıkıp Hint Okyanusu’nu geçerek önce Uzakdoğu’yu ziyaret etti. Zenci Henry’yi 1511’de Malezya’daki bir köle pazarında buldu ve onu geldiği yoldan Lizbon’a götürdü. 1519’da çıkılan dünya turu girişimi de dahil olmak üzere bundan sonraki tüm yolculuklarında Zenci Henry, Macellan’ın yanında gitti. Bu yolculuk diğer yönden, yani Atlas Okyanusu’nu ve Büyük Okyanus’u geçerek gerçekleşti, bu yüzden 1521’de Uzakdoğu’ya vardıklarında Zenci Henry dünyanın etrafını tam olarak dolaşmış olan ilk insan oldu.

En bilindik hurafeler

İki bayram arasında nikah yapmak:
ne olacağına dair hiç kimsenin bir fikri yok sadece söylenmiş adı üstünde hurafe olarak bilinmiş.

Duaların kabulü için mübarek gecelerde ziyaretgahlarda mum yakmak:
Dua etmek için mübarek gceyi beklemeye gerek yok.

Gece vakti tırnak kesmek:
Tüm gün çalıştıysanız birde haftasonu izniniz yoksa, uzun tırnaklarınızla başarılar :)

Cuma ve Arefe günlerinde çamaşır yıkamak, dikiş dikmek, temizlik yapmak:

Bayram temizliği için biraz erken davranmakta fayda var arefe gününe bırakmayın.

Akşam sakız çiğnemeyi ölü eti çiğnemek gibi kabul etmek, gece aynaya bakmak gibi şeylerin uğursuzluk getireceğine inanmak:
Sigaradan uzak durmak için sakız çiğneyen arkadaşlar geceleri çaresizsiniz :)

Dünyanın en ağır insanı 1983 yılında öldü, ama rekor hala onun.

Ölümün üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen Jon Brower Minnoch kayıtlardaki dünyanın en ağır kişisidir.
Dünya Rekorları listelerinin (Guinness Rekorlar Kitabı)2012 baskısında bile tıp tarihinin en ağır adamı olarak bilinmektedir Jon Brower Minnoch.
1941 yılında Bainbridge Island, Washington'da doğan Minnoch, çocukluğunu morbid obez olarak geçirdi, yaşadığı sağlık sorunlarına 42 yaşına kadar dayanabilen Minnoch 1983 yılında hayata veda etti.

Guinness Rekorlar Kitabı'na 37 yaşındayken giren Minnoch, 1978 yılında kalp ve solunum yetmezliği sebebi ile Seattle Üniversite Hastanesine kaldırıldı, Dr. Schwartz'ın başkanlığındaki ekibin koyduğu teşhis ile sıkı bir diyet içerisine giren Minnoch yinede hayata tutunmayı başaramadı, bir insanın ualaşabileceği en yüksek ağırlık olan 635 Kg ile dünya rekoru hala kendisinde.

Ancak en yakın rakibi Meksika vatandaşı Manuel Uribe ve şu anda yaşayan en ağır adam ünvanı 598 Kg ile ona ait.

Ağaçlara sarılmak sağlığa iyi geliyor.

Ağaçlara Sarılınca sağlınıza iyi geleceğini biliyor muydunuz?
özellikle sonbahar aylarında yazın bitmesi, tatilin sona ermesi gibi psikolojik etkenlerin yoğun olduğu dönemlerde mutlaka deneyin, faydasını göreceksiniz.

Son araştırmalar ağaçlara sarılmanın insan sağlığına iyi geldiğini kanıtladı.
İlk başta kulağa garip geliyor olabilir.
“Bilim tarafından kör olanlar” adlı kitabın yazarı Mathew Silverstone, insanların ağaçlara dokunması gerektiğini söylüyor. Bunun için de doğada daha çok zaman geçiren çocukların daha sağlıklı olmalarına dikkat çekiyor.